8 MART KADINLAR GÜNÜ GERÇEĞİ!

Kadınlar Gününün Tarihçesi
Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1800’lü yıllarda bir tekstil fabrikasında daha iyi çalışma koşulları için greve giden kadın işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamayarak ölmeleriyle gündeme geldi.

8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması, uluslararası düzeyde kabul gören bir hal alması 1970’lere rastlasa da, bu tarihe kaynaklık eden olay ve dünya kadınlarının ortak bir gün kutlama isteğinin gündeme gelişi 1800’lerin ortasını bulur. ABD’nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800’lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma koşulları, emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele vermektedir. Greve giden kadınlar fabrika binasına kilitlenirler. Patronlar bu yolla grevin başka fabrikalara sıçramasını engellemek isterler. Ancak beklenmedik bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Ne yazık ki yangından fabrikada bulunan kadın işçilerden çok azı kaçarak kurtulmayı başarır Yanan fabrikadan kaçmayı ve fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşmayı başaramayan 129 kadın işçi yanarak ölür.

1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.

İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı ve değişen tarihlerde fakat her zaman ilkbaharda kutlanıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda gerçekleşti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde kutlanması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960’lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde de kutlanmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kabul etti.

Kadınlar Günü Kadına Ne Kazandırıyor?
8 Mart geliyor, yine bir kadınlar günü daha kutlanacak. İnsanlar kadınları, sorunları konuşacak ve tartışacak. Kurulan her beş cümlenin en az biri kadın ile başlayacak.
Geçen sene de böyle oldu, ondan önceki seneler de… Peki ne oldu?
Her zaman olduğu gibi gösteri bitti, kadın gitti! Yani kadın evinden dışarıya çağrıldı, dışarıdaki curcuna bitince, heyecanla evinden çıkan kadın evini bulamamacasına dışarıda kaldı.
1800’li yılların ortalarında, ABD’nin New York şehrinde işçi kadınların topluca greve gitmeleri nedeniyle çıkan olaylarda birçok kadının ölmesi üzerine “sosyalist” kaygılarla yapılan toplantıların temel olarak gösterilebileceği bu tarih, 1975 yılında BM tarafından resmi anlamda “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan edilerek son şeklini almıştır. Daha duygusal bir ifade ile söyleyecek olursak, bir karşı duruş, bir reddetme biçimi olarak ortaya çıkan bu süreç “hâkim olan”ın kullanabileceği bir durum haline dönüşmüştür. Kendi varlığını sürdürebilme adına “öteki”ni dönüştürmeyi her zaman göze alan ve bunu da çoğunlukla başaran “kapitalist algı” bu muhalif hareketi de dönüştürerek kendi yörüngesine sokmayı başarmıştır. Kısaca bu ilan ile birlikte kadın resmi anlamda bir “tüketim nesnesi” haline dönüştürülmüş oldu.

Kapitalizm yine sahnede yerini alıyor. Vitrinler, tıpkı televizyon ekranları gibi süslü… Mesaj veriliyor:
“Bugün kendinizi ödüllendirin. Bugün sizin gününüz. Kendinize bir karanfil alın ve ürünlerimizden kullanarak bugün kendinizi daha güzel hissedin. Bu sizin hakkınız.”

Ne kadar masumane değil mi? Kim bilir nice kadın kışkırtıldı. Kim bilir nicesi daha güzel olmak adına bu sahte tanrıların tuzağına düştü. Şaşmamak elde değil. Üzülmemek hiç elde değil. Bu tuzak sadece kadınlar için mi? Nice erkek de kadınının onun için ne kadar önemli olduğunu ispat etmek adına, çok masum duygularla bu hinliklerle dolu günü kullanmaya çalışmıştır. Aslında kullanılanın kendi duyguları, maddiyatı ve en önemlisi, kadını olduğunu anlayamamıştır bile. Ne yazık ki… Ama inanıyorum ki, tüm bunlar olurken bir adam, kadınına her zamanki içtenliği sarılır ve önemsemez bile bu günü.

Bu günün en bilindik sloganı nedense her zaman “kadının özgürleşmesi” olmaktadır. Özgürleşmek adına her daim dışarıya davet edilen kadın, 8 Mart’da daha gür bir şekilde davet edilmektedir dışarıya. Kadın, özgürleşme umudu ile dışarıya çıkarken bir şeylerinden de vazgeçerek, eve dönme yollarını kaybetmiş olmaktadır. Çünkü modern-kapitalist algı, vaat ettiğinin karşısında bir şeylerinden feragat etmesini istiyor ondan.

Bunların başında da nedense kadının en önemli sermayesi bulunmaktadır: Kadınlığı! Yani doğurganlığı… Yani anneliği… Güya erkeklerin haksız bir hâkimiyeti olduğu ve iş dünyasını, sosyal hayatı erkeklere bırakmamak gerektiği söyleniyor çok masumane bir dille. Belki bu daveti kabul eden kadın, çok başarılı iş kadını olmaktadır ama ne yazık ki, çok şeyini de kaybetmektedir: En başta doğurganlığını… Doğurganlığını bir şeyler uğruna heba ederek, Yaratıcı’nın kendisine vermiş olduğu üretkenliği elinden düşürmekte ve artık dünyevi anlamda hiçbir şey vaat edemez duruma sürüklenmektedir. Bu, tam da modern-kapitalist algının zaferi anlamına gelmektedir.

“Dünya Kadınlar Günü”nü kendisine verilmiş bir fırsat olarak gören, bu günün anlamının ona özgürleşme yolunda fayda sağlayacağına inanan ama bunların yanında reçel yapmayı, çocuğun gazının nasıl çıkarılacağını bilmemeyi dert etmeyen bir kadın, özgürleştirici olarak gördüğü şeyin kendisini nasıl sahipsiz bıraktığını, kimliksizleştirdiğini, köleleştirdiğini anlayamamaktadır. Modern-kapitalist algının süslü davetine uyup evini terk eden kadın böylelikle, sadece evinden olmakla kalmayıp, kaybolduğu için evine dönebilme ümidini de kaybetmiş olmaktadır. Eğer kadın özgürleşecekse, bunu, evinden ve erkeğinden uzaklaşarak değil, aksine evine ve erkeğine daha da yakınlaşarak başaracaktır.

Halen daha, 8 Mart’ın kendileri için verilmiş bir fırsat olduğuna inanan kadınlar varsa, ne diyelim; günleri kutlu olsun!

BİR GÜN DEĞİL, HER GÜN KADINLAR GÜNÜDÜR

Tesadüf müdür bilinmez ama Veda Hutbesinin tarihi 8 Mart gününe karşılık gelmektedir. Modern dünyanın kadına özgürlük pazarladığı bu tarihte, asırlar önce Sevgili Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

“Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allah”tan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır. Kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır.” diye hitap ederek, daha yedinci yüzyılda, yüzyirmidörtbin Müslüman hacı adayına karşı, kadınların haklarını ilk olarak açıklamıştı.

Âlemlere Rahmet olan Yüce Sevgili; Veda Hutbesinde, İslâm’ın hedefini şöyle belirledi: Her gününüz; bu en büyük bayram olan “insanlığın ortak hazinesi, evrensel değerler günü” gibidir ve böyle olmalıdır. Her gün Hacc-ı Ekber günü gibi olmalıdır!

Demek oluyor ki, her an “Buyur Allah’ım! Senin ortağın yoktur. Hamd sana mahsusdur, ni’metler sendendir, mutlak egemenlik senindir, her an bu bilinçteyim” diyebilecek “hal”de olmak ortak ülkümüz olmalıdır. Her günümüz Veda Hutbesi günü gibi olursa, her günümüz aynı zamanda Kadın Hakları günü olur. Her gün Vedûd, Rahman ve Rahîm olan Rabbimiz Allah’ın günü olursa, Veda Hutbesi’nin hatîbi olan Yüce Sevgili’nin de günü olur. Böyle olunca da “Onun can parçası” olan Fâtıma’nın günü olur. Kadının gerçek değeri anlaşılır.

Antik çağlardan beri dinler ve filozofların kadın ve kadın-erkek münasebetleri hususunda önemle durdukları bilinmektedir. Başta Aristo olmak üzere filozoflar genellikle kadını küçümseyen ve kadınlar tarafından kabulü mümkün olmayan görüşler ileri sürmüşlerdir.

İnsanlık tarihi boyunca zengin bir tarihi tecrübe ve birikimden sonra gelen İslamın ve Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kadına bakışı, bu konuda ortaya koyduğu ilkeler ve bizzat Rasulullahın Müslüman ve diğer kadınlara karşı yaklaşımı değerlendirilecek olursa İslamın ve Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizin nasıl bir devrim gerçekleştirdikleri anlaşılacaktır.

İslamiyet ile kadın vakar, şeref ve sosyal statü kazanmıştır. İslam ile kadının medeni, sosyal, iktisadi ve hukuki hakları garanti altına alınmış, kadının evlat, eş ve anne olarak statüsü yükseltilerek erkeğin sahip olduğu birçok hak ve imtiyazlar verilmiştir. Doğu toplumlarındaki Müslüman kadınların geri kalmış, cahil, kişilik hakları olmayan bir grup olarak görülmesinde sorumlu olan İslam değil, bir takım iktisadi, siyasi, içtimai ve psikolojik şartlardır. Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizden sonra sosyal, kültürel çevre ve siyasi şartların tesiri ile ataerkil aile anla-yışı ve kadın haklarını kısıtlayan telakki, kadınların konumunda gerilemeye neden olmuştur.

Hz. Muhammed (S.A.V.) döneminde kadınların aile ve toplum içindeki statüsü, rollerinin tahlili ve kadın-erkek ilişkilerinin mahiyetinin değerlendirilmesi İslamın kadına bakışı hakkında bilgi verecektir.

Peygamberimiz (S.A.V.) Veda hutbesinde kadınların haklarına ve kadın-erkek ilişkilerine temas ederken şu mesajı vermiştir. “Ey insanlar! Kadınlarınız üzerinde hakkınız, kadınlarınızın da sizin üzerinde hakları vardır.” Dolayısıyla, İslam dininde kadın, erkekle aynı seviyede görülüp, şahsi, hukuki ve sosyal haklar açısından kadın ve erkek denk tutulur. İbadet, miras, ticaret ve malını tasarruf gibi birçok şahsi hakları vardır. Erkekler karşısında kadının hak ve hukuku kanunla korunmuş ve kadınların sahip oldukları hak ve hukukun şuuruna varmaları hedeflenmiştir.

Kuran-ı Kerim’de belirtildiği gibi insan olma bakımından, dini ve hukuki açıdan kadın ve erkek aynı haklar ve imtiyazlara muhatap olmasına rağmen, cinsler arasında mutlak bir eşitlikten söz edebilmek mümkün değildir.1 Kadınlar erkeklerden farklı olarak fiziki, psikolojik ve biyolojik yapıya sahiptir. İslam her cinse ait olan ayırt edici fonksiyonları ve farklılaştırıcı rolleri, cinsler arasındaki bu farklılıkları düşünerek tayin etmiştir. İslam, fıtrata ters düşmeden eşitliğin mümkün olduğu yerde iki cins arasında eşitlik kurar ve yine fıtrata uygun olmayan durumda iki cinsin arasını ayırır.

Erkeğin sorumluluklarının daha fazla olması ona kadın üzerinde daha fazla hak ve yetkiye sahip olmasına neden olmuştur. Nitekim Kuran-ı Kerim’de bu durum “Erkeklerin kadınlar üzerinde ve kadınların erkekler üzerinde hakları vardır. Yalnız erkekler için onlar üzerinde bir derece vardır.”2 ifadesiyle açıklanmaktadır. Ancak bu durum kadının aile içinde ve toplumda ikincil planda olması veya birey olma özelliğini yi-tirmesi manalarına gelmemektedir. İslamda önemli olan cinsiyet değil, kul olarak Allah karşısındaki durumudur. “Şüphesiz Allah katında sizin en üstününüz O’ndan (Allah’tan) en çok korkanınızdır.”3 ayeti bu konuya nihai noktayı koymaktadır.

dipnot

(1) Hucurat suresi: 35
(2) Bakara suresi: 228
(3) Hucurat suresi: 13

Mehmet Talu Hocaefendi

PAYLAŞ