Osmanlı “yağmacı” mıydı?

   Yavuz Bahadıroğlu, barbar Avrupa’yı, kan emici Batıyı bırakıp dünyaya Medeniyet öğreten Osmanlı’yı “yağmacı” olarak gösterip zihinleri bulandırmaya çalışanlara ders verdi:

   Ey kendilerini “Kemalist Gençlik” olarak tanımlayıp, Osmanlı tarihine ilişkin olarak yazdıklarıma itiraz eden grubun mensupları! Diyorsunuz ki: “Osmanlı, fethettiği şehirleri yağmalar, taş taş üstünde bırakmazdı… Fatih bile İstanbul’u fethedince üç gün yağma izni vermişti.”

Bu da yalan!..
   Bir kere bugün “yağma” dediğiniz olaya, o günlerde “ganimet” denmektedir ve bu terim hukuki (İslâm Hukuku) bir terimdir, bir haktır.

   Kuşatılan kalenin veya şehrin yöneticisine önce bir “ültimatom” verilir: “Ya şu zamana kadar teslim olursun, ya da savaşırız. Savaşırsak can ve mal emniyetiniz olmaz.”
   Teklif reddedilir de şehir (ya da kale) zorla alınırsa, o zaman devreye “Ganimet Hukuku” girer. Buna göre, fethedilen bölgenin insanları “köle”, malları “helâl”dir. Fethedenler istedikleri gibi tasarruf etmekte özgürdürler.

   İslâm Hukuku açısından bunu tartışacak durumda değilim, ancak buna “cevaz” veren birçok âyet ve hâdisin olduğunu biliyorum. Ayrıca da kılı kırk yaran Osmanlı ulemasından asırlar boyu bu konuya ilişkin olarak hiçbir itiraz gelmemiştir.

   Ancak “ganimet”in “hırsızlık” suretiyle elde edilmemesi, savaş sonrasında “usulüne uygun” olarak toplanması ve bölüştürülünceye kadar el sürülmemesi şarttı.
Ganimetin beşte biri devlet hazinesine irad kaydedilir, beşte dördü ise “kılıç hakkı” olarak savaşan askerlere bölüştürülürdü.
Fatih, İstanbul’un ganimete dönüşmemesi için çok çabaladı. O kadar çabaladı ki, Bizans İmparatoru’na tam üç kez teslim teklif etti. Çünkü zorla şehir ele geçirildiği takdirde, tüm varlığıyla “ganimet” sayılacaktı. Askeri durdurmak mümkün değildi. Yürürlükteki hukuka göre Padişah bile bunu engelleyemezdi.

   Ne olursa olsun bu konuda bugünkü mantığın zorlandığını biliyorum. Ne var ki tarih, günümüzün şartlarına göre değil, kendi şartlarına göre şekillenir. Bugünkü alışkanlıklardan tarihe gidenler, fevkalâde yanıltıcı sonuçlarla karşılaşabilir, savaşa giderken geçtikleri bölgelerdeki çayırlarda atını otlatan askeri cezalandıracak kadar yahut fetih sonrasında, hançerinin ucuyla Ayasofya mozaiklerinden küçücük bir hatıra parça koparmak isteyen yeniçeri çorbacısını kırbaçlatacak kadar “kul hakkı” hassasiyeti gösterenlere iftira yağdırabilirler.
   Unutmayın ki, biz ortaçağ hukukundan söz ediyoruz. O çağda tüm dünyada sınırsız “yağmacılık” vardır ve sadece Osmanlı buna hem “kural”, hem de “sınır” getirmiştir.
Kural: Ganimet, belirlenen kısıtlı süre içinde toplanacaktır…
Sınır: İbadet yerlerine ve tarihi mirasa dokunulmayacaktır.

   En iyisi siz, asıl “yağma” ve “talân”ı, Cumhuriyet Türkiye’sinin örnek aldığı Batı dünyasında arayın!
   Hem de bu iki-üç güne sıkıştırılmış bir yağmalama değil, yüzyıllarca süren bir yağmalamadır. Bütün Afrika ve Asya Batılı müstevliler tarafından yüzyıllar boyu yağmalanmış, tüm zenginliklerine el konulup Avrupa’ya nakledilmiştir…
Bununla dahi yetinilmemiş, Afrika’nın yerli halkı “ucuz iş gücü” olarak gemilerle Avrupa’ya taşınmıştır…
   Bugün Londra’daki metroların temelinde, binlerce Afrikalı Müslüman’ın iskeleti vardır…
Ortadoğu petrolü ABD ve Avrupa’nın büyük petrol şirketleri tarafından hâlâ yağmalanmakta, Filistin’in, Afganistan’ın ve Irak’ın talânı ise hâlâ sürmektedir.
Üstelik de bütün bunlar “Ganimet Hukuku”nun yürürlükten çoktan kalktığı 20. ve 21. Yüzyılda olmaktadır.

www.ihvanlar.net

PAYLAŞ