NURETTİN YILDIZ’A TEVESSÜL REDDİYESİ

   Bir kardeşimiz, Nurettin Yıldız Hocaefendinin tevessül hakkındaki yorumlarını Cübbeli Hocamıza ulaştırmış. “bu hoca dinlenilebilir mi” diye soruyor. Cübbeli Hocamız Nurettin Yıldız Hoca’nın tevessül hakkındaki sözlerini naklettikten sonra çok derin bir uçuruma dikkat çekiyor. Yazıyı sabır ile sonuna kadar okursak istifade ederiz…

   Hocam bir yıl kadar önce internetten Nureddin Yıldız Hocayı da tanıdım. İlk izlenimim çok aktif, ömrünü hizmete adamış bir ilim adamı, bir hoca efendi olarak gördüm. Hatta Ali Haydar Efendi başlıklı bir ders yapmış, derste ‘Efendi Babamız’ diye bahsetmiş ve İsmailağa Câmii’nde Mahmut Efendi Hazretleri’nden tefsir dinlediğinden bahsetmişti. Sandım ki o dersi izleyince aynı cemaattensiniz. Sonra sizin Nureddin Hoca hakkında bir konuşmanızı buldum, orada da tevessül konusunda reddiye yaptınız Nureddin Hoca’ya. 
    Şimdi Arifan dergisinin haziran 2012 sayısında bu olaydan yine bahsetmişiniz. Öncelikle şöyle düşünüyordum: “Hocam bağışlayın beni, piyasada hadis tanımaz, çoraba mesh ettiren, gayri Müslimi cennete koyan, imanın şartlarında kendince budama yapan o kadar hoca varken arkasında cemaati olan, hakkı anlatan iki âlim de birbirine destek verse.”
Tevessül konusunda Nureddin Hoca’nın beyanlarına baktım, tam size bildirildiği gibi değil. Bir şirk lafı söylemiyor. Bu beyanları da beni bağışlayın size yazayım, hatta acizane sizden isteğim bir mektupla size yakın bir aracı ile Nureddin Hoca’nın bu görüşünü sorun eğer dergide bahsettiğiniz gibi Ehl-i Sünnet ölçüm cihazlarınız dışına taşmıyorsa biz hadis sünnet bilmez Prof. lara karşı iki ilim adamını dayanışma içinde görmek istiyoruz. Ama arada haber getirenlerin bir yanıltması olmasın ki taşıyor ise bunu tekrar yazın da, biz de bir daha Nureddin Yıldız’ı dinlemeyelim.
Değerli Cübbeli Ahmet Hocam! Bu girişimimi size karşı bir hadsizlik terbiyesizi saymayın. Aşağıda Nureddin Hoca’nın tevessül ile ilgili verdiği beyanları yazıyoruz size.
Soru: Selamun aleyküm. Sizi çok severek dinliyorum, çok sevdiğim bir hocamızsınız. Allâh sizden razı olur inşâallâh. Benim merak ettiğim; ben çocukluğumdan beri hep “Yüzü suyu” hürmetine diye dualar çok duydum ve birçok cami hocası da “Yüzü suyu hürmetine” diye dua eder. İnternette Cübbeli Hoca sizin için “Nureddin Hoca: ‘Yüzü suyu hürmetine dua edilmez, bu şirktir’ diyor” demiş. Bunun gerçekçilik payı var mıdır? Benim merak ettiğim dua ederken yüzü suyu hürmetine dua edilir mi? Gerçekten çok merak ettiğim bir konu ama cevaplamak istemiyorsanız sorun değil. Allâh’a emanet olun. Selamun aleyküm. 
Cevap: Selamun aleyküm. Duyduğunuz sözleri ben de medyadan duydum, ne söyledim ne de öyle bir konuyu gündem yaptım. Daha büyük ve daha acil işlerimiz var.
Soru: Tevessül nedir? Yüzü suyu hürmetine istemek de ölçü nedir? Yoksa tamamen böyle bir şey yok mudur?
Cevap: Tevessül, kişinin Allâh’a yakın olmak için başkalarını araya koyması şeklinde yorumlanabilecek bir eylemin adıdır. Asırlardan beri tartışıla gelen konulardan biri de tevessülün caiz olup olmadığı konusudur. Kısacası ümmetimizin geçmiş büyükleri arasında tartışılmış bir konudur bu. 
Bizim, böyle ihtilaflı konularda net tavrımız şu olmalıdır; âyet ve hadisle açık bir şekilde sabit olmayan ve ulemânın ya da ehlinin tartıştığı konularda, müminler olarak birbirimizi koğuşturmayız. Batıl ve sapık bir yön olmadığı, açık bir hıyanet kokmadığı sürece birbirimizi mazur görürüz, ihtilaflı bir konudan ötürü kardeşliğimizi zedelemeyiz. İhtilaflı konulardan birini tartışmayı, karşı tarafı itham etmeyi kendine ibadet edineni de cahil veya seviyesiz ve zamansız görürüz.
Ümmetimizin yetecek kadar dış sorunları vardır. İmanı temelden yok sayan bir nesil gelmektedir. Küfür en ağır silahlarıyla imanımıza saldırmaktadır. İç konularımızı öne çıkarıp şeytanı sevindirmenin anlamı yoktur. Tevessül konusunda şu bilgiyi özet olarak kaydedebiliriz:
a) Kişinin Allâh-u Te‛âlâ’nın isimlerinden veya sıfatlarından birine tevessül etmesi. “Senin Rahman ismine sığınırım” şeklinde dua etmesi vardır.
b) Kişinin geçmişteki salih amellerinden biriyle tevessül etmesi. “Felan haccıma, felan sadakama…” şeklinde tevessül etmesi caizdir. Bu konuda sahih ve sarih bir hadis de vardır. 
c) Yaşayan salih bir kişiye “Bana dua et, benim için dua et” şeklinde tevessül caizdir. 
d) Ölmüş bir salih kişi ile tevessül edilmesi ise ihtilaflı bir konudur. İhtilaflı konulardaki usulümüz de yukarıda söylediğim gibi olmalıdır.
Soru: Selamün aleyküm. Bir hadisin sıhhati ve de bu hadisin tevessüle delil olması hakkında sormak istiyorum. Aşağıdaki hadiste geçen mezkur sahabi radıyallâhu anh’ın “Yâ Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem” dediğinde onun yanında olmadığı da söyleniyor. Cevabınız için şimdiden teşekkür ederim. Allâh razı olsun. 
Hadis şöyle: “Bir âmâ (kör), Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek: ‘Yâ Rasûlellâh! Allâh’a dua et de, bana afiyet versin’ dedi. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): ‘İstersen dua edeyim, istersen sabret’ buyurdu. O: ‘Dua et’ deyince, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ona abdest almasını ve güzelce abdest aldıktan sonra, iki rekat namaz kılarak: ‘Ey Allâh! Ben Senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan Muhammed peygamberin ile Sana yöneliyorum ey Muhammed! Ben bu isteğimin yerine gelmesi hususunda seninle Rabbime yöneldim. Ey Allâh! Onun benim hakkımdaki şefaatini kabul et’ diye dua etmesini emretti.” 
İbni Huneyf (Radıyallâhu Anh) şöyle anlattı: “Vallahi biz henüz meclisten ayrılmamıştık, çok da uzun konuşmamıştık, o âmâ kişi yanımıza geldiğinde sanki
onda hiçbir hastalık yokmuş gibi gözleri açılmıştı.” (İbni Mâce, İkamet:189, no:1385, 1/441; Tirmizî, De‛avât:119, no:3578, 5/569; Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:17240-41; 6/106: Taberânî, el-Mu‛cemül-kebîr, no:8311, 9/30; Hâkim, el-Müstedrek, no:1180, 1909, 4/458, 700)
Cevap: Selamun aleyküm. Bu hadis sahihtir. Hadisin etrafında döndüğü konu, tevessül ile alakalıdır. Tevessülü sınırsız bir şekilde kabul edenler için iyi bir belge niteliğindedir. Tevessülü kabul etmeyenler ise bu hadise karşı çıkmamaktadırlar. Çıkmaları da mümkün değildir. Onlara göre ise hadisin getirdiği sonuçlar şöyledir:
1) Ama Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den dua istemiş ve dua isteğinde ısrarcı olmuştur. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de ona dua etmiştir. Duası ile beraber de onun abdest almasını ve namaz kılmasını istemiştir. Böylece âmânın tevessülü “Salih amel” üzerinden olmuştur.
2) Âmânın “Şefaatini kabul et” ifadesinin Arapça anlamı “Duasını kabul et” şeklinde anlaşılır.
3) Bu durum Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in mucizelerinden biridir. Bu da âmânın şifasının, tevessülden önce mucizenin eseri olmasını gerektirmektedir.
Aşağıdaki parantez de uzunca bir mektubunun içinden alıntıdır…
Tevessül: Tevessül örneğine gelince; tevessülün sünnette teşvik edilen bölümü vardır. Bu da kişinin kendi salih amelleri ile tevessül etmesidir. Yaşayan salih bir kişiye tevessül etmenin de örneği vardır. Mezarda yatanlara tevessül etme hususunda ise ağır tartışmalar olmuştur. Bir konuda ümmetin büyükleri arasında tartışma yapılıyor olması, ilk nokta itibariyle o konuda sahih veya sarih bir nassın bulunmadığını gösterir. 
Böyle bir durum ise, tartışma yapanların birbirlerini itham etmelerine manidir. Tevessüle de bu zaviyeden bakarız. Mümine “Tevessül edecek amellerin bulunsun, dikkat et” demeyi, “Felana tevessül et” demeye yeğleriz. Bir de bu hususta münakaşayı enerji ve vakit israfı görürüz.
Soru: Hocam, Cübbeli Ahmet Hoca’yı dinlemekte sakınca var mı? Yanlış görüşleri varsa nelerdir? 
Cevap: Ben prensip olarak yaşayan şahıslar hakkında konuşmuyorum. Herkesin iyilikleri ve kötülükleri yazılıyor, bizim iyilik veya kötülük iddiamızın ne değeri olur?! Allâh’ın dinine hizmet etmek isteyen ve açık bir hata üzerinde olmayan herkesi hatalarıyla beraber iyi kabul etmemiz takvaya daha uygundur. Bu bölümün cevabından beni muaf tutmanızı rica ediyorum.
Değerli Hocam! Bunlar Nureddin Hoca’ya sorulan sorular ve de kendi cevapları fetvameclisi.com adresinden aldım. Biz avamdan birisi olarak tam anlayamıyoruz. Eğer siz bu “Nureddin Hoca mahzurlu” derseniz ben de şahsım adına takip etmeyecek ve dinlemeyeceğim bir daha.

 CÜBBELİ HOCA CEVABEN

Kıymetli kardeşim evvela Nurettin Hoca’nın: “Ben yüzü suyu hürmetine diye dua yapmanın şirk olduğunu söylemedim” sözünü duymam beni çok sevindirdi, çünkü bu lafızla dua yapan milyonlarca Müslümanı şirkle yani dinsizlikle suçlamış olsaydı, bu kendisi hakkında büyük bir tehlike olurdu. Bana nakleden kişi onun böyle dediğini nakletmişti ama şimdi senin vasıtanla kendisinin bizzat beyanına şahit olunca artık bunu kabul etmemiz gerekir. Şimdi gelelim bu konun tahliline, bu mevzûyu birkaç yönden ele alayım:

Allâh sizden razı olur inşâallâh. Benim merak ettiğim; ben çocukluğumdan beri hep “Yüzü suyu” hürmetine diye dualar çok duydum ve birçok cami hocası da “Yüzü suyu hürmetine” diye dua eder. İnternette Cübbeli Hoca sizin için “Nureddin Hoca: ‘Yüzü suyu hürmetine dua edilmez, bu şirktir’ diyor” demiş. Bunun gerçekçilik payı var mıdır? Benim merak ettiğim dua ederken yüzü suyu hürmetine dua edilir mi? Gerçekten çok merak ettiğim bir konu ama cevaplamak istemiyorsanız sorun değil. Allâh’a emanet olun. Selamun aleyküm. 
Cevap: Selamun aleyküm. Duyduğunuz sözleri ben de medyadan duydum, ne söyledim ne de öyle bir konuyu gündem yaptım. Daha büyük ve daha acil işlerimiz var.
Soru: Tevessül nedir? Yüzü suyu hürmetine istemek de ölçü nedir? Yoksa tamamen böyle bir şey yok mudur?
Cevap: Tevessül, kişinin Allâh’a yakın olmak için başkalarını araya koyması şeklinde yorumlanabilecek bir eylemin adıdır. Asırlardan beri tartışıla gelen konulardan biri de tevessülün caiz olup olmadığı konusudur. Kısacası ümmetimizin geçmiş büyükleri arasında tartışılmış bir konudur bu. 
Bizim, böyle ihtilaflı konularda net tavrımız şu olmalıdır; âyet ve hadisle açık bir şekilde sabit olmayan ve ulemânın ya da ehlinin tartıştığı konularda, müminler olarak birbirimizi koğuşturmayız. Batıl ve sapık bir yön olmadığı, açık bir hıyanet kokmadığı sürece birbirimizi mazur görürüz, ihtilaflı bir konudan ötürü kardeşliğimizi zedelemeyiz. İhtilaflı konulardan birini tartışmayı, karşı tarafı itham etmeyi kendine ibadet edineni de cahil veya seviyesiz ve zamansız görürüz.
Ümmetimizin yetecek kadar dış sorunları vardır. İmanı temelden yok sayan bir nesil gelmektedir. Küfür en ağır silahlarıyla imanımıza saldırmaktadır. İç konularımızı öne çıkarıp şeytanı sevindirmenin anlamı yoktur. Tevessül konusunda şu bilgiyi özet olarak kaydedebiliriz:
a) Kişinin Allâh-u Te‛âlâ’nın isimlerinden veya sıfatlarından birine tevessül etmesi. “Senin Rahman ismine sığınırım” şeklinde dua etmesi vardır.
b) Kişinin geçmişteki salih amellerinden biriyle tevessül etmesi. “Felan haccıma, felan sadakama…” şeklinde tevessül etmesi caizdir. Bu konuda sahih ve sarih bir hadis de vardır. 
c) Yaşayan salih bir kişiye “Bana dua et, benim için dua et” şeklinde tevessül caizdir. 
d) Ölmüş bir salih kişi ile tevessül edilmesi ise ihtilaflı bir konudur. İhtilaflı konulardaki usulümüz de yukarıda söylediğim gibi olmalıdır.
Soru: Selamün aleyküm. Bir hadisin sıhhati ve de bu hadisin tevessüle delil olması hakkında sormak istiyorum. Aşağıdaki hadiste geçen mezkur sahabi radıyallâhu anh’ın “Yâ Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem” dediğinde onun yanında olmadığı da söyleniyor. Cevabınız için şimdiden teşekkür ederim. Allâh razı olsun. 
Hadis şöyle: “Bir âmâ (kör), Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek: ‘Yâ Rasûlellâh! Allâh’a dua et de, bana afiyet versin’ dedi. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): ‘İstersen dua edeyim, istersen sabret’ buyurdu. O: ‘Dua et’ deyince, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ona abdest almasını ve güzelce abdest aldıktan sonra, iki rekat namaz kılarak: ‘Ey Allâh! Ben Senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan Muhammed peygamberin ile Sana yöneliyorum ey Muhammed! Ben bu isteğimin yerine gelmesi hususunda seninle Rabbime yöneldim. Ey Allâh! Onun benim hakkımdaki şefaatini kabul et’ diye dua etmesini emretti.” 
İbni Huneyf (Radıyallâhu Anh) şöyle anlattı: “Vallahi biz henüz meclisten ayrılmamıştık, çok da uzun konuşmamıştık, o âmâ kişi yanımıza geldiğinde sanki
onda hiçbir hastalık yokmuş gibi gözleri açılmıştı.” (İbni Mâce, İkamet:189, no:1385, 1/441; Tirmizî, De‛avât:119, no:3578, 5/569; Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:17240-41; 6/106: Taberânî, el-Mu‛cemül-kebîr, no:8311, 9/30; Hâkim, el-Müstedrek, no:1180, 1909, 4/458, 700)
Cevap: Selamun aleyküm. Bu hadis sahihtir. Hadisin etrafında döndüğü konu, tevessül ile alakalıdır. Tevessülü sınırsız bir şekilde kabul edenler için iyi bir belge niteliğindedir. Tevessülü kabul etmeyenler ise bu hadise karşı çıkmamaktadırlar. Çıkmaları da mümkün değildir. Onlara göre ise hadisin getirdiği sonuçlar şöyledir:
1) Ama Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den dua istemiş ve dua isteğinde ısrarcı olmuştur. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de ona dua etmiştir. Duası ile beraber de onun abdest almasını ve namaz kılmasını istemiştir. Böylece âmânın tevessülü “Salih amel” üzerinden olmuştur.
2) Âmânın “Şefaatini kabul et” ifadesinin Arapça anlamı “Duasını kabul et” şeklinde anlaşılır.
3) Bu durum Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in mucizelerinden biridir. Bu da âmânın şifasının, tevessülden önce mucizenin eseri olmasını gerektirmektedir.
Aşağıdaki parantez de uzunca bir mektubunun içinden alıntıdır…
Tevessül: Tevessül örneğine gelince; tevessülün sünnette teşvik edilen bölümü vardır. Bu da kişinin kendi salih amelleri ile tevessül etmesidir. Yaşayan salih bir kişiye tevessül etmenin de örneği vardır. Mezarda yatanlara tevessül etme hususunda ise ağır tartışmalar olmuştur. Bir konuda ümmetin büyükleri arasında tartışma yapılıyor olması, ilk nokta itibariyle o konuda sahih veya sarih bir nassın bulunmadığını gösterir. 
Böyle bir durum ise, tartışma yapanların birbirlerini itham etmelerine manidir. Tevessüle de bu zaviyeden bakarız. Mümine “Tevessül edecek amellerin bulunsun, dikkat et” demeyi, “Felana tevessül et” demeye yeğleriz. Bir de bu hususta münakaşayı enerji ve vakit israfı görürüz.
Soru: Hocam, Cübbeli Ahmet Hoca’yı dinlemekte sakınca var mı? Yanlış görüşleri varsa nelerdir? 
Cevap: Ben prensip olarak yaşayan şahıslar hakkında konuşmuyorum. Herkesin iyilikleri ve kötülükleri yazılıyor, bizim iyilik veya kötülük iddiamızın ne değeri olur?! Allâh’ın dinine hizmet etmek isteyen ve açık bir hata üzerinde olmayan herkesi hatalarıyla beraber iyi kabul etmemiz takvaya daha uygundur. Bu bölümün cevabından beni muaf tutmanızı rica ediyorum.
Değerli Hocam! Bunlar Nureddin Hoca’ya sorulan sorular ve de kendi cevapları fetvameclisi.com adresinden aldım. Biz avamdan birisi olarak tam anlayamıyoruz. Eğer siz bu “Nureddin Hoca mahzurlu” derseniz ben de şahsım adına takip etmeyecek ve dinlemeyeceğim bir daha.
Kıymetli kardeşim evvela Nurettin Hoca’nın: “Ben yüzü suyu hürmetine diye dua yapmanın şirk olduğunu söylemedim” sözünü duymam beni çok sevindirdi, çünkü bu lafızla dua yapan milyonlarca Müslümanı şirkle yani dinsizlikle suçlamış olsaydı, bu kendisi hakkında büyük bir tehlike olurdu. Bana nakleden kişi onun böyle dediğini nakletmişti ama şimdi senin vasıtanla kendisinin bizzat beyanına şahit olunca artık bunu kabul etmemiz gerekir. Şimdi gelelim bu konun tahliline, bu mevzûyu birkaç yönden ele alayım:
a) Hoca Efendi’nin İbni Huneyf (Radıyallâhu Anh)dan rivayet edilen hadîs-i şerifi sahih kabul etmesi insaflı davrandığına delalet etmektedir, ancak kişinin kendi salih ameli yahut diri olan salih biri ile tevessülü yani onların yüzü suyu hürmetine Allâh-u Te‛âlâ’dan istemesini ihtilafsız caiz görürken, ölmüş biriyle tevessül konusunu ihtilaflı göstermesi ilmî emanetle bağdaşmamaktadır.
Zira son devrin en büyük ulemâsından olan Merhum Seyyid Muhammed Alevî el-Mâlikî Hazretleri bu konuda yazdığı ve yüzlerce allâmeden takriz aldığı “Mefâhim yecibü en tusahhah” isimli şaheserde: “Vefat etmiş salih kişilerle tevessülün caiz oluşu Ehl-i Sünnet nezdinde ittifaklıdır, bu konuda hiçbir ihtilaf yoktur” demiştir. Bana şahsen: “İstiğâse konusunda ihtilaf vardır, bana göre o da caizdir ama biz ittifaklı konu olan tevessülü ispata çalışalım, ihtilaflı konuyu millete anlatmayalım” demiştir.
Lakin ben istiğâseyi de meşru gören biri olarak inşâallâh telif etmeyi düşündüğüm “Tevessül ve İstiğase” risalemde o konuyu da delilleriyle ispata çalışacağım. Rabbim bana o eseri hazırlamayı da müyesser eylesin. Âmîn!
Nurettin Hoca’nın dediği gibi “Ölülerle tevessül ihtilaflıdır” ama bu ihtilaf Ehl-i Sünnet ulemâsı arasında değil, sadece Vehhâbi âlimleri tarafından ortaya konulmuş mesnetsiz bir muhalefettir ki onların buna dair hiçbir delilleri yoktur. Buna cevaz veren Ehl-i Sünnet’in delilleri ise çoktur. 
Nitekim, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) doğmadan binlerce sene evvel yaratılan Âdem (Aleyhisselâm)ın Allâh-u Te‛âlâ’dan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hürmetine mağfiret istediği ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hürmetine bağışlandığı Hâkim (Rahimehullâh)ın rivayet ettiği ve sahih olduğunu bildirdiği bir hadîs-i şerifte mezkurdur.
Âdem (Aleyhisselâm) mâlum hatasını işlediğinde, affı için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile tevessülde bulunduğu ve onun hürmetine affolduğu hak¬kındaki hadîs-i şerifi Hâkim “Müstedrek”te sahih olarak ihraç etmiş, Hâfız Süyûtî de “Hasâis-i Nebeviye” isimli eserinde tahriç ve tashih etmiştir.
Kitabının mukaddimesinde mevzu hadisleri rivayet etmediğini belirten Beyhakî “Delâil-i Nübüvve”sinde rivayet etmiş, Kastalânî ve Zürkânî, “Mevâhib-i Ledünniyye”de nakletmiş, Sübkî “Şifâü’s-Sikâm”da, Taberânî “Evsat”ta, Şeyhülislam Belkînî “Fetâvâ”sında, Şeyh ibnü’l-Cevzî “Vefa” isimli kitabının başında bu hadîs-i şerifi irad etmişler, İbni Kesir de “Bidaye” isimli eserinde bunu zikretmiştir. (Rahmetullâhi Aleyhim Ecma‛în)
عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللّٰهُ تَعَالٰى عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «لَمَّا اقْتَرَفَ أٰدَمُ الْخَطِيئَةَ، قَالَ: يَا رَبِّ، أَسْأَلُكَ بِحَقِّ مُحَمَّدٍ لَمَا غَفَرْتَ لِي، فَقَالَ اللّٰهُ: يَا أٰدَمُ، وَكَيْفَ عَرَفْتَ مُحَمَّدًا وَلَمْ أَخْلُقْهُ؟ قَالَ: يَا رَبِّ، لِأَنَّكَ لَمَّا خَلَقْتَنِي بِيَدِكَ وَنَفَخْتَ فِيَّ مِنْ رُوحِكَ رَفَعْتُ رَأْسِي فَرَأَيْتُ عَلٰى قَوَائِمِ الْعَرْشِ مَكْتُوبًا لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ، فَعَلِمْتُ أَنَّكَ لَمْ تُضِفْ إِلَى اسْمِكَ إِلَّا أَحَبَّ الْخَلْقِ إِلَيْكَ، فَقَالَ اللّٰهُ: صَدَقْتَ يَا أٰدَمُ، إِنَّهُ لَأُحِبُّ الْخَلْقِ إِلَيَّ ادْعُنِي بِحَقِّهِ، فَقَدْ غَفَرْتُ لَكَ وَلَوْلَا مُحَمَّدٌ مَا خَلَقْتُكَ.»
Ömer ibni Hattab (Radıyallâhu Anh)dan rivayete göre Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Âdem (Aleyhisselâm) o hatayı işlediğinde: ‘Yâ Rabbi! Muhammed’in hak¬kı için beni affetmeni Senden isterim’ diye dua edince, Allâh: ‘Ey Âdem! Henüz ben onu yaratmamışken sen onu nasıl tanıdın?’ diye sordu.
O da: ‘Yâ Rabbi! Sen beni (kudret) elinle yaratıp ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım ve arşın direklerinde: 
«لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ.»
yazılı olduğunu gördüm. İşte o zaman senin kendi isminin yanına ancak kullarından en sevdiğini(n ismini) katmış olduğunu anladım’ dedi.
Bunun üzerine Allâh-u Te‛âlâ: ‘Ey Âdem! Doğru söyledin şüphesiz ki o, kullarımın bana en sevgilisidir. Bana onun hakkıyla (hürmetine) dua et. Muhakkak ki seni affettim. Muhammed olmasa seni de yaratmazdım’ bu¬yurdu.” (Hâkim, el-Müstedrek, no:4228, 2/672; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 5/489; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 1/142)
Bu hadis-i şeriften dolayı Ebu Ca‛fer (Rahimehullâh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzurunda dua ederken, kabr-i şerife doğru yönelmenin hükmünü İmâm-ı Mâlik (Rahimehullâh)a sorduğunda, İmâm-ı Mâlik (Rahimehullâh):
«وَلِمَ تَصْرِفُ وَجْهَكَ عَنْهُ وَهُوَ وَسِيلَتُكَ وَوَسِيلَةُ أَبِيكَ أٰدَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ إِلَى اللّٰهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ.»
“Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) senin ve baban Âdem’in kıyamet günü Allâh’a (yaklaşmak için) vesilesi iken, niçin yüzünü ondan dönüyor-sun?!” diye cevap vermiştir. (Kastalânî, Şerhu’l-Mevâhib, 8/313)
İşte geride zikredilen hadîs-i şerif, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile bu âlem şereflen¬meden önce Âdem (Aleyhisselâm)ın onun hürmetine Mevlâ Te‛âlâ’dan affını iste¬diğini ifade etmekle birlikte, tevessülün sahih olması için hürmetine istenen zatın, Rabbisi katında yüksek makama sahip olması gerektiğini fakat dünya¬da yaşıyor olması şart olmadığını açıkça anlatmaktadır.
Böylece hayatta olmayan kimseyle tevessülün sahih olmayacağını söy-leyenlerin bu sözlerinin, Allâh-u Te‛âlâ’dan gelen bir hidayete dayanmaksızın nefsin hevâsına uyanların sözü olduğu ortaya çıkmış olmaktadır.
Geride zikredilen bu hadîs-i şerif, sünnet-i nebeviyye üzerine emin (gü-venirlik vasfına sahip) olan yüce makam sahibi hadis hafızlarından Hâkim, Süyûtî, Sübkî ve Belkinî (Rahimehümullâh) gibi zatların tashih (sahih olduğunu ifade) ettikleri bir hadis-i şerif olduğundan delil getirilmeye çok müsaittir.
İmâm-ı Beyhakî bu hadîs-i şerifi “Delâilü’n-Nübüvve” isimli eserinde zik¬retmiştir ki, kendisi bu eser hakkında: “Bu kitabı okumaya devam edin, çünkü onun tamamı hidayet ve nurdur” demiştir.
Ayrıca Nureddin Hoca’nın sahih dediği hadîs-i şerifin Tirmizi’de geçen rivayetinde bu hadîs-i şerifin râvisi Osman ibni Huneyf (Radıyallâhu Anh)ın, Hazreti Osman’a arzuhali olan fakat işini gördüremeyen birinin şikayeti üzerine ona bu hadîs-i şerifle amel etmesini tavsiye ettiği, o kişi bu duayı yapınca Hazreti Osman’ın onunla çok ilgilenip işini gördüğü zikredilmektedir ki bu da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile vefatından sonra sahabenin tevessül ettiklerine dair açık bir delildir. 
Biz bu konudaki, bu hadîs-i şerifi bizzat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den duyan Osman ibni Huneyf (Radıyallâhu Anh)dan daha iyi bilecek değiliz ya, o bunu Hazreti Osman’ın hilafeti döneminde başkalarına yaptırıyorduysa artık bu konuda ihtilafa mecal kalır mı?!
Yine Ehl-i Sünnet’in bu konudaki delillerinden biri de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, kendisinden önce vefat etmiş bulunan peygamberler hürmetine dua etmesidir ki Enes ibni Mâlik (Radıyallâhu Anh)ın şöyle anlattığı rivayet edilmiştir: 
“Ali ibni Ebî Tâlib’in annesi, Esed kızı Fâtıma (Radıyallâhu Anhâ) vefat edin¬ce, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun yanına girip başının yanında oturarak: ‘Ey annem! Allâh sana rahmet etsin. Sen annemden sonra annemdin. Sen aç kalır beni doyururdun. Kendin çıplak kalır beni giydirirdin, ken¬din lezzetli yemekleri yemez bana yedirirdin, bununla Allâh’ın cemalini ve âhiret yurdunu arzulardın’ buyurdu.
Sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun üç kere yıkanmasını emret¬ti. Yıkama sırası, içinde kâfur (koku) bulunan suya gelince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu eliyle döktü. Sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) göm¬leğini çıkararak ona giydirdi ve kendi üstündeki bir hırkayla kefenledi, daha sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun kabrini kazdırmak için Üsâme ibni Zeyd, Ebû Eyyub el-Ensârî, Ömer ibni Hattab ve siyah bir köleyi çağırttı.
Onlar kabri kazarlarken lahde varınca Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) eliyle onun lahdini kazmış, toprağını eliyle çıkartmış, kazma işi bitince kab¬rin içine girerek yaslanmış ve: ‘Allâh diriltip öldüren, kendi diri olup ölmeyendir. Senin peygambe¬rin ve benden evvel geçen nebilerin hakkı için Esed kızı Fâtıma annemi af¬fet, ona hüccetini telkin et (meleklere vereceği cevabı öğret), gireceği yeri ge¬niş et. Şüphesiz ki sen, acıyanların en acıyıcısısın’ buyurduktan sonra onun üzerine dört tekbir getirdi. Onu lahdine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Abbâs ve Ebû Bekr es-Sıddîk (Radıyallâhu Anhümâ)yı koydular.” (Taberanî, el-Mu‛cemü’l-Kebîr, no:871, 24/351; Evsat, no:191, 1/152)
Burada düşünmeliyiz ki, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu hadîs-i şerifinde haklarıyla Allâh-u Te‛âlâ’ya tevessül ettiği peygamberler vefat etmiş¬tiler, dolayısıyla hak ve hürmet ile yani diriler olsun, ölüler olsun ehli hak ile Allâh’a te¬vessülün caiz olduğu sabit olmuştur. 
Ehl-i Sünnet’ten olan biri Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yaptığı bir iş hakkında caiz midir, değil midir diye ihtilaf eder mi?! Ancak aksi bir rivayet varsa o zaman hangi hadis daha sahih diye ihtilaf çıkar. Konumuzda ise muhalif bir rivayet yoktur.
Bu konuda bir delil de Bilal ibni Hâris (Radıyallâhu Anh)ın yaptığı istiğâsedir. Mâlik (Radıyallâhu Anh)ın şöyle anlattığı rivayet edilmiştir: “Hazreti Ömer devrinde büyük bir kuraklık sebebiyle, insanlardan çoğu helak oldu (hatta vahşi hayvanlar insanlara sığınmaya başladı. Bu arada Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh) diğer memleketlerle irtibat kurarak erzak getirtemedi).
Neticede Bilal ibni Hâris el-Müzenî adında bir zat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kabrine gelerek: “Yâ Rasûlellâh! Ümmetin için Allâh’tan yağmur iste, şüphesiz onlar helak oldular” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) o kişinin rüyasına girerek: “Git Ömer’e benden selam söyle, yakında sulanacaklarını haber ver ve ona de ki: ‘Çok akıllı ve uyanık olsun (yağmur duası yapmakta gecikme¬sin)’” buyurdu.
Bu adam gidip durumu Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh)a haber verince o ağlayarak: “Yâ Rabbi! Aciz olduğumun dışında elimden gelen hiçbir şeyi ek-sik etmiyorum” dedi.
Bunun üzerine Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh): «اَلصَّلَاةُ جَامِعَةٌ» “Namaz toplayıcıdır” diye bağırarak onlara iki rekat namaz kıldırdıktan sonra kalkıp: “Ey insanlar! Al¬lâh aşkına söyleyin benim yaptığım bir işten daha hayırlısını biliyor musu¬nuz?” diye sordu. Onlar: “Allâh hakkı için hayır” deyince, o: “Bilal ibni Hâris şöyle bir şey söylüyor” diyerek onun rüyasını anlattı. O zaman insanlar meseleyi anlayarak: “Bilal doğru söylüyor, yağmur duası yapmakta geciktin, Allâh’tan yardım iste, sonra Müslümanlarla yardım talep et” dediler.
Bunu duyan Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh) tekbir getirerek: “Bela son had¬dine ulaştı, artık açılacak, bir topluma talep izni verilirse (isteme kapısı açı¬lırsa) mutlaka onlardan eziyet ve bela kaldırılır” buyurdu.
Sonra insanları yağmur duasına çıkarttı, Abbas ibni Abdülmuttalib (Radıyallâhu Anh) da onunla beraber yürüyerek yağmur duasına çıktı. Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh) kısa bir hutbe okuduktan sonra kısaca iki rekat kıldırıp:
«اَللّٰهُمَّ عَجَزَتْ عَنَّا أَنْصَارُنَا وَعَجَزَ عَنَّا حَوْلُنَا وَقُوَّتُنَا وَعَجَزَتْ عَنَّا أَنْفُسُنَا،
وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِكَ، اَللّٰهُمَّ أَسْقِنَا وَأَحْيِ الْعِبَادَ وَالْبِلَادَ.»
“Ey Allâhımız! Yardımcılarımız bizden aciz kaldı, gücümüz kuvveti¬miz de tükendi, kendimiz de çaresiz kaldık, senin yardımın dışında bizim hiçbir kuvvetimiz yoktur. Ey Allâhım! Bizi sula, kulları ve şehirleri dirilt” diye dua etti, sonra evlerine dönmeden sellere daldılar. (İbni Kesîr, Bidâye, 7/86; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, Kenzü’l-Ummâl, no:23535, 8/431î; İbni Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/575)
Sahih kaynaklarda geçen bu kıssada açıkça görüldüğü üzere, Bilal ibni Hâris (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kabrine gele¬rek kuraklıktan şikayetlenip Allâh’tan yağmur istemesi için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e müracaat etmiş ve icabet olunmuştur. İşte bu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kabriyle tevessül etmenin caiz olduğuna dair açık bir delildir.
Hâfız ibni Kesîr (Rahimehullâh)ın naklettiğine göre Yemame vakasında Müslümanların şiârı (nişanı): «يَا مُحَمَّدَاهْ» “Ey Muhammed yetiş!” sözleriydi. (el-Bidâye ve’n-Nîhaye, 6/324)
Buhârî’nin rivayetine göre Abdurrahmân ibni Sa‛d (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatıyor: “Bir kere Abdullah ibni Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)nın ayağı uyuştu, o zaman bir adam ona: ‘En sev¬diğin insanı an’ dedi. O da: ‘Yâ Muhammed!’ deyince bağlardan kurtulmuş gibi rahatladı.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no:993, sh:262)
Bu şekilde değişik bir rivayet de imam Mücahid (Radıyallâhu Anh) vasıtasıy¬la, İbni Abbas (Radıyallâhu Anhümâ)dan nakledilmiştir.
b) Nureddin Hoca amelle tevessülde ittifak olduğunu kabul ediyor, oysa vefat eden biriyle tevessül eden de ameliyle tevessül etmektedir, ulemâ bu konuyu şöyle açıklamıştır:
Tevessül meselesinde bir takım anlayışsızların muhalefet ettiği konu, tevessül eden kişinin, kendi amelinden başka bir şeyle tevessül etmesi¬dir. Mesela bir kimsenin: “Ey Allâhım! Sana peygamberin Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yahut Ebu Bekr es-Sıddîk ile veya Ömer ibni Hattab ile ya da Osman veya Ali (Radıyallâhu Anhüm) veya her hangi bir veli ile tevessül ederim” diyerek bir takım zatlar ve şahıslarla tevessül etmesi bir takımlarınca kabul edilmemekte ise de, aslında onların bu itirazı ince düşünmediklerinden kay-naklanmaktadır.
Zira biriyle tevessül etmek hakikatte insanın kendi ameliyle tevessül et-mesi demektir ki bu, onlar katında da kabul gören bir şeydir. Eğer inatçı ve itirazcı kimse bu meseleye basiret gözüyle bakacak olsa, elbette hakikat ken-disine parlayacak, bu müşkilat çözülecek ve bu sebeple meydana gelen, Müslümanlar kâfir sayacak derecedeki büyük fitne kaybolup gidecektir.
Şimdi bir şahısla tevessül eden kimsenin hakikatte kendisine mensup olan ameli ile ve bizzat kendi işiyle tevessül etmekte olduğu gerçeğini açıklayalım. Şu bilinsin ki, bir şahısla tevessül eden (onun hürmetine Allâh-u Te‛âlâ’dan bir şey isteyen) kimse, o kişi hakkında hüsn-ü zanda bulunarak onun iyiliğini, faziletini, Allâh’a yakınlığını kabul ettiği için onu sevmiş demektir ya da o şahsın Allâh-u Te‛âlâ’yı sevdiğine ve onun yolunda hakkıyla cihat ettiğine inanmıştır veyahut Allâh-u Te‛âlâ’nın onu sevdiğine itikat etmiştir.
Nitekim Mevlâ Teâlâ:
﴿يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ﴾
“O (Allâh-u Te‛âlâ) onları sever, onlar da O’nu severler” (Mâide Sûresi:54’den) kavl-i şerifiyle yarattığı kulları içersinde, bir takım sevdiği kullar bulun¬duğunu açıklamıştır.
Bu mesele ince düşünüldüğünde tevessül eden kimsenin, kendisiyle te-vessül ettiği kimse hakkındaki o sevgi ve inancının bizzat kendi ameli oldu¬ğu anlaşılmış olur. Zira o, onun kendi itikadı ve inancı olduğundan ona aittir, o inançtan mesul olacak ve o sevgisinden dolayı sevap alacak olan bizzat kendisidir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem):
«أَفْضَلُ الْأَعْمَالِ اَلْحُبُّ فِي اللّٰهِ.»
“Amellerin en üstünü Allâh için sevmektir” hadîs-i şerifinde sevginin, amellerin en faziletlisi olduğunu beyan ederek sevgiyi amel saymıştır. 
Dolayısıyla “Falan dostun hürmetine Senden istiyorum” diyen kimse, sanki: “Yâ Rabbi! Ben falan kulunu seviyorum, onun da Seni sevdiğine, Sana karşı samimi olduğuna ve senin yolunda cihat ettiğine inanıyor, Senin de onu sevdiğini ve ondan razı olduğunu itikat ediyorum. Benim ona karşı olan sevgim ve onun hakkındaki inancım vesilesiyle Senden şöyle şöyle yapmanı diliyorum” demektedir.
Velakin tevessül edenlerin ekserisi, gökte ve yerde kendisine hiçbir şey gizli kalmayan Allâh-u Te‛âlâ’nın ilmiyle yetinerek bu kadar açıklama yap-maya gerek duymamaktadır.
Bu izahtan açıkça anlaşıldığına göre “Ey Allâhım! Nebin Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile Sana tevessül ederim” diyenle, “Allâhım! Peygamberine olan sevgimle Sana tevessül ederim” diyen eşittir. Çünkü birinci ifadenin sahibi de ancak peygamberi sevip ona inandığı için bu tevessüle teşebbüs etmiştir. Eğer peygambere karşı sevgi ve inancı olmasaydı onunla tevessül etmezdi. 
Ümmetin diğer velileri hakkında söylenecek söz de budur. Çünkü masumluk, dörtten fazla kadınla evlenme, uykusunun abdest bozmaması gibi kendisine has olan konuların dışında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hakkında caiz olan hususlar, ümmetin velileri hakkında da caizdir. Artık insaf eden bir kişi “Vefat etmiş kişilerle tevessülde ihtilaf var” nasıl diyebilir?!
c) Netice olarak bu kardeşime derim ki; konu Nureddin Hoca’nın dediği gibi ümmetin büyükleri arasında büyük tartışmalara sahne olmamıştır. Bu iddiayı yapan kişi o büyüklerin kim olduğunu ve onların vefat eden büyüklerle tevessülü caiz görmeyen görüşlerinin hangi kaynaklarda geçtiğini açıklamak zorundadır. Bakın ben size şu kısacık mektupta bile ne kadar delil yazdım, ayrıca bunca sahih hadîs-i şerif varken:

﴿وَابْتَغُوا إِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ﴾

“Ona (sizi yaklaştıracak) vesile arayın” (Mâide Sûresi:35’den) âyet-i kerîmesi vesile aramayı bize emrederken ve burada geçen “Vesile” kelimesi amellere de, şahıslara da, ölülere de, dirilere de şâmil umûmi bir ifadeyken, hiçbir büyük âlim bu konuda muhalefet edemez. İngilizlerin oyuncağı olmuş Abdülvehhab yahut onun torunlarından Binbâz veya herhangi bir canbaz bu konuda huccet kabul edilemez.
Dolayısıyla Nureddin Hoca’nın “Biz amelle tevessülü yeğleriz” sözü kendi tercihi olmakla beraber şu anda kendisinin kendi amelleriyle tevessülü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hürmetine dua yapmaya tercih ettiğini ortaya koymaktadır, kendisinin alın yazısı diye tabir edilen “Kader” Allâh-u Te‛âlâ’nın “Arş üzerine istivâsının” manası ve “İsa (Aleyhisselâm)ın bedeniyle kıyamete yakın ineceği” gibi akaid metinlerinde yer alan mütevatir inanç konularındaki görüşlerini bilmediğim için sadece vefat etmiş insanlarla tevessülü ihtilaflı görüp amel etmemesi hasebiyle Ehl-i Sünnet dairesinden çıkmayacağını bildirir, kaderi inkar eden Mustafa İslamoğlu ve İsa (Aleyhisselâm)ın nuzûlü gibi mütevatir akideyi reddeden Mustafa Karataş misali kimseler hakkında kullandığım “Sohbetini dinlemeyin” fetvasını Nureddin Hoca hakkında söylemediğimi ifade eder, kendisinden istifade tercihini sana havale ederim, bütün cemaatime de benim ilmî reddiyelerimi reddiye yapılan şahıslara hakaret malzemesi yapmamalarını, ilmî reddiye ile şahsi hakareti özenle ayırmalarını vasiyet ederim.
3) Bu bapta bana kendi eserlerini hediye olarak irsal eden bazı zevata ve müesseselere teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.
Daima yanımda yer alan Marifet Derneği’ne, kötü günümde desteklerini esirgemeyen İsmailağa Vakfı’na, Mektup Dergisi’ne, annem için taziye yayınlayan Aydınlık ve Baran dergilerine, Gureba Dergisi’ne, hizmetlerini dergilerinden okuduğum İddef derneğine, Ehl-i Sünnet çizgisindeki “Maruf 2” isimli eserini gönderen İdris Yılmaz kardeşime ve “Tahrif Hareketleri” isimli eserini üzerine “Aziz dava arkadaşım Ahmed Hoca kardeşime! Allâh kurtarsın” diye yazıp gönderen Kadir Mısıroğlu abime ve Ehl-i Sünnet yayınlarıyla mümtaz olan merhum Hüseyin Hilmi Işık Hoca Efendi’ye ait Hakikat Yayınları’ndan çıkan bir koli kitap getiren Tgrt’nin müdürü Nuh Albayrak abime, Reşahat ve Mârifetnâme gibi istediğim eserleri temin eden Avukat Fevzi Efendi kardeşime, Kağıthane Belediyesi’nin şaheser yayınlarını getiren Avukat Ayhan Medik Beyefendi’ye ve isimlerini unutmuş olabileceğim diğer mühdîlere şükranlarımı arz eder, hepimize sırat-ı müstakim üzere afiyetle uzun yıllar hizmetler nasip etmesini Cenâb-ı Mevlâ’dan niyaz ederim.
Bu vesileyle Çavuşbaşı’ndan Tüfen soyadındaki hanım kardeşimin gönderdiği hediyelerin ulaştığını bildirir, bana kitap, takke, tespih gibi hediyeler gönderenlerin tümüne teşekkür eder, Rabbimden her birerlerini benim tarafımdan hayırla mükâfatlandırmasını talep ederim.
4) Bu ayki Arifan Dergisi’nde benim bu suçlamalardan uzak olduğuma dair bazı belgeler bulunacağından her biriniz mutlaka çevrenizde bu konuda en ufak bir tereddüdü olana dahi bu dergiyi ulaştırmayı niyet edin, Rabbim de size âhirette cehennemden beratlar ihsan eylesin. Âmîn!
5) Ne demişler: 
“Bir insanı fark etmek için 1 dakika,
Onun hakkında fikir üretebilmek için 1 saat,
Ondan hoşlanabilmek için 1 gün,
Onu sevebilmek için 1 hafta lazımmış,
Ama onu unutabilmek için 1 ömür yetmezmiş”
Siz de beni bir ömür tanıdınız, 9 ayda unutacak değilsiniz ya, inşâallâh 21 eylül cuma günü saat 10’da Çağlayan’a gelmeniz unutmadığınızın ispatı olacak. Geçende rüyamda mahkememe gelmekle ilgili:

﴿فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اهِّٰn وَكَرِهُوا أَنْ يُجَاهِدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اهِّٰا وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ أَشَدُّ حَرًّا لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ فَلْيَضْحَكُوا قَلِيلًا وَلْيَبْكُوا كَثِيرًا جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ فَإِنْ رَجَعَكَ اللّٰهُ إِلٰى طَائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ أَبَدًا وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُوًّا إِنَّكُمْ رَضِيتُمْ بِالْقُعُودِ أَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِفِينَ﴾

“O (ilahi hikmet neticesi, Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in müsaadesiyle Tebûk seferinden) geri bırakılmış kimseler Rasûlüllâh’ın ardında(n cihada gitmeyip geride) oturmalarıyla sevindi(ler) de, mallarıyla ve canlarıyla Allâh yolunda cihat etmelerini hoş görmediler ve (birbirine): ‘Bu sıcakta (gazâya) çıkmayın’ dediler. 
(Habibim!) De ki: ‘(Cihada çıkmamanız sebebiyle düşeceğiniz) cehennem ateşi hararet bakımından daha şiddetlidir.’ Eğer (bu gerçeği) iyice anlamakta bulunmuş olsaydılar (elbette azıcık bir rahatlığı sonsuz azâba tercih etmezlerdi).
Artık onlar (dünyada) biraz gülsünler, (âhirette ise) çokça ağlasınlar. Kazanmakta bulunmuş oldukları(kötü) şeylere karşılık tam bir ceza olarak.
Eğer Allâh seni (Tebûk seferinden sağ salim olarak kurtarıp) onlardan bir fırkaya döndürecek olur da, onlar senden (başka bir gazâya) çıkış için izin isterlerse, sen de ki: ‘(Yaşadığım müddetçe) benimle beraber (hiçbir sefere) asla ebediyyen çıkmayacaksınız ve benimle birlikte hiçbir düşmana karşı kesinlikle savaşmayacaksınız.
Çünkü siz ilk seferde (benimle gelmeyip) oturmaya razı oldunuz. Öyleyse (bundan böyle) geri kalan (kadınlar ve çocuk)larla birlikte siz de oturun” (Tevbe Sûresi:81-83) âyet-i kerîmeleri okundu, çok ilginç hele son âyet-i kerîme bana inşâallâh çıkıp da yeniden hizmete başladığımda o gün oturup gelmeyenlere “Evvelce oturmayı seçtiniz, artık benimle birlikte bir faaliyete gelmeyin” dememi öğütler gibi bir mana ilham ediyor.
Meşru mazereti olanlar müstesna ama derstir, sohbettir, kendi işindir, bunlar mazeret olmamalı, çünkü İslamiyet bize her an için bir vazife tayin etmiş ve ehemmi mühimme takdim etmemizi yani zamana zemine ve ihtiyaca göre hareket etmemizi emretmiştir, o saat birlik görünerek Ehl-i Sünnet düşmanlarının hilelerini iptal zamanıdır ki o vakit ondan efdal hangi amel olabilir. Mesele o saatte oraya yetişebilmek için niyetlenmek ve gereken vasıtaları kullanmaktır. Sünnet bunu iktiza etmektedir.
Nitekim “Şifâ-i Şerif” şerhlerinde zikredildiği üzere; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) dünya işlerinde şartlar neyi gerektiriyorsa ona göre hare¬ket eder, davranışları muktezayı hale göre olur, farklı biçimler ortaya koyar, hale uygun olan neyse onu ya¬pardı. 
Mesela evine yakın bir yere giderken eşeğe binerdi. Zira yakın yere giderken eşeğe binip inmek ko¬laydır. Allâh’ın elçisi eşeğe binmek suretiyle ki¬birli olmadığını, tevazu tercih ettiğini ümmetine göstermiştir.
Uzun bir sefere çıkıyor¬sa deveye binerdi. Çünkü deve sabırlı, çok yük ta¬şıyabilen ve yolculuğun sı¬kıntısına dayanıklı bir hay¬vandır. 
Bir savaşa gidiyorsa, savaşmakta kararlı ve azimli olduğunu göster-mek için katıra binerdi.
Nitekim katır inadın, ısrarın ve sebatın sembolüdür. Sa¬vaşta bile geri dönüp kaç¬mayan bir hayvan olduğu için Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona binmeyi uygun görmüş, bu tavrıyla o savaşı kazanmaya ne kadar is¬tekli ve ka¬rarlı olduğu¬nu da göstermiştir. Süratle yapılacak bir iş varsa, yardım isteyen biri¬nin imdadına hemen koş¬mak gerekiyorsa o zaman ata binerdi ve bu maksatla beslediği bir atı vardı.
Demek ki sünnet neymiş? Şartlara uygun hareket etmekmiş, bazen bir amel kendinden daha üstün amelden efdal olur. Niçin? O saat ona ihtiyaç duyulduğu için. Mesela hac ve umre en makbul ibadetlerden ama yolda çok muhtaç birini görünce parayı ona tasadduk edip evine dönmen daha efdal olabilir. 
Nitekim nakledildiğine göre; Abdullâh ibni Mübarek hacca giderken, Küfe’ye uğrar. Orada bir mezbelede, kadının birinin kaz yolduğunu görür. İçine kazın ölü olduğu şüphesi düşer ve kadının yanında durup: “Ey kadın! Bu hayvan ölü müdür, yoksa kesilmiş midir?” di¬ye sorar. Kadın: “Ölüdür. Onu çocuklarımla birlikte yemek istiyorum” der. “Allâh-u Te‛âlâ ölüyü haram kılmıştır. Sen bu memlekette ölü eti yiyorsun” der. Kadın: “Ey adam! Benden uzaklaş” der.
Abdullâh ibni Mübarek (Radıyallâhu Anh) devamlı ola¬rak kadına, ölü etinin haram ol¬duğunu söyler ve üzerinde ısrarla durur. Kadın: “Benim küçük çocuklarım vardır. Üç gün oldu, onlara yedirecek bir şey bu¬lamıyorum” der.
Bunun üzerine Abdullâh ibni Mübarek (Radıyallâhu Anh) kadını orada bırakıp gider. Sonra katı¬rına yiyecek, giyecek yükleyip, kadının evine gelir. Evin kapısını çaldığında, kapıyı kadın bizzat açar. Katırı dehleyip kapıdan içeri sokar ve kadına: “İşte sana yiyecek, giyecek. Katırı ve üstünde yüklü olanları al, senin olsun” der.
Sonra hac mevsimi geçene kadar, ta ki haclar memleketlerine dönünceye kadar orada kalır. Hacılar dönmeye başladığında o da onlarla birlikte döner. İnsanlar gelip kendisini tebrik etmeye başlarlar. O insanlara “Ben bu sene hac etmedim” der içlerinden bir adam: “Sübhânellâh. Biz Arafat’a giderken, yiyeceklerimizi sana bırakma¬dık mı?! Sonra onu senden Arafat’ta aldık’ der. Başka bir adam da: “Filan yerde bize su içirmedin mi?!” der. Daha başka birisi: “Sen bana şunu şunu satın almadın mı?!” der.
Onlara: “Ben sizin söylediklerinizden bir şey anlamıyorum. Ben bu sene hac etmedim” diyorum der. Sonra gece olduğu vakit uyur rüyasında birisinin kendisine şöyle dediğini görür: “Ey Abdullâh! Allâh-u Te‛âlâ senin sadakanı kabul buyurdu. Sana benzer bir meleği gönderip, o melek senin yerme hac-cetti.”
İşte gördünüz mü? 21 eylül cuma sabah 10’da Çağlayan’da bulunmanız da mazluma destek ve zulmü gidermek niyetiyle olacağından o vakit yapacağınız diğer salih amellerden kat kat üstün olur inşâallâh.
Haftaya inşâallâh size orada hangi zikir ve duaları yapmanızı istediğimi maddeler halinde zikrederim, siz de not alıp amel edersiniz inşâallâh. Mâzereti olup gelemeyecek olanlar da bulundukları yerde kolaylarına geleni yaparlar, herhalde beni sevenler Hrant Dink için toplananlardan az olmazlar. Rabbim gözden, nazardan ve kötü tahriklerden cümlemizi ve cemaatimizi muhafaza buyursun. Âmîn!
Maalesef bizim Müslümanlar bile gavurlara verdikleri değeri hocalara vermezler. Mîlat gazetesinde Hrant Dink cinayeti ile Hızır Ali ve Bayram Ali hocalarımızın cinayetlerine verilen cılız tepkileri kıyaslayan Yakup Köse, çifte standarta dikkat çektiği yazısında bakın neler kaleme almış:
“Cumhuriyet’in kurulmasından bugüne işlenmiş siyasi cinayetleri bir bir sıralıyorsunuz da, Türkiye’nin en büyük camialarından birine karşı yürütülen tasfiye operasyonu kapsamında işlenen iki suikastten bahsetmemeniz ilginç değil mi?! Sahi size de bu tavrınız ilginç gelmiyor mu?!
Hakikaten merak ediyorum, sizlerin fail-i meçhul listesine girmek için kriterler nelerdir? Bir zahmet açıklarsanız, bundan sonra (Allâh muhafaza) suikastte uğrayacak hocalarımız sizlerin kriterlerine göre ölmeye çabalarlar!
Evet niyetim samimiyet sorgulamasıydı. Sapmaz çizgilerden bahsedip, gerektiğinde bu sapmaz çizgiler için Müslüman kardeşlerinin kalplerini kıranlar, söz konusu Müslümanlar olunca sapmaz çizgiler nedense sapıyor! Nedense…
Sapan çizginizi biri fâş ettiğinde de başlıyorsunuz viyaklamaya: ‘Onu onla karşılaştırma, bunu bunla karşılaştırma.’ Tamam karşılaştırmayalım da sen de iki dakika çizgilerine sahip ol, ayrımcılık yapma!
Malumunuz cami içerisinde şehid edilen iki hocamızın sizlerin sözlerine, yazılarına ihtiyacı yok ama sizlerin o şehidlerden bahsetmenize ihtiyacınız var; çünkü âhiret var!”
Eline sağlık, ne güzel yazmış. Bizim cemaat de hoca kıymeti bilmez. Evvelce bazı ham sofular kürsüde cezbeye gelip bazı kasideleri makamla okuduğu için şehit Bayram Hocamız hakkında “Tarikattan çıktı” diyorlardı. Kimileri de onu vakfa ait evden çıkarmaya zorladılar, sonra şehit olunca kıymetinden bahsetmeye başladılar. 
Merhum Osman Bölükbaşı’nın dediği gibi: “Bizim millet adamı kâfir diye asar, şehit diye cenaze namazını kılarlar.” Onun daha ne hikmetli sözleri vardı; “Teravihi arkamda kılıyorsunuz, fitreyi başkasına veriyorsunuz”, “Şakşaklar bize, reyler başkasına” gibi mitingine gelip de kendisine rey vermeyenlere sitem ederdi.
Sakın siz de bu kadar sohbetimi dinleyip de mahkemede desteğe gelmeyenlerden olmayın, varsa bir kıymetim sahip çıkın ama öldükten sonra değil!

PAYLAŞ