MAHMUD EFENDİ HAZRETLERİ’NİN İCAZET BELGESİ
Efendi Hazretlerimizin doğumundan şu yaşına gelinceye kadar hiçbir eksiklik, şeriatsızlık ve taviz bulamayan tarikat düşmanları ve (bazı çekemeyen unsurlar) Efendi Hazretlerimizin icazetinin olup olmadığını soruyorlar.
“Mahmud Efendi’nin, şeyhinden yazılı bir icazeti neden yok?” diyorlar. Bunlara bir belge çıkarsak sanki hemen tabi olacaklar da, bize icazet soruyorlar. Tarih ilminden haberi olmayan bu cahillere, insanların arasına fitne tohumu ekmeye çalışanlara karşı bu soruya cevap vereceğiz…
İCAZET NE İŞE YARAR?
Osmanlı zamanında dergâhlar Devlet tarafından tanınıyor hatta şeyhlere ve o dergaha bağlı dervişlere bazı imtiyazlar sağlanıyordu.
Osmanlı, bu genişliğin suistimal edilmemesi, sahte şeyhlere fırsat vermemek, bu müesseseyi korumak için icazetname şartı koşuyor, mürşidin, yetiştirdiği her hangi talebesine verdiği icazet Osmanlı Devleti’nde resmi olarak tanınıyordu.
MAHMUD EFENDİ HAZRETLERİ’NİNİ İCAZETİ
Mahmud Efendi (Kuddise Sirrahu)’nun şeyhi Ali Haydar Efendi Hazretleri vefat ettiğinde ise tarih 1960 yılıdır.
1960 yılı nedir biliyor musun? Bilmezsen böyle cahil cahil konuşursun..
1960 şu demektir:
Osmanlı yıkılmış, Cumhuriyet kurulmuş, kılık kıyafet kanunu ile Peygamberin sünneti yasaklanmış, “bu ülke şeyhler ve dervişler ülkesi olamaz” denilmiş, tekke ve zaviyeler kapatılmış, camiler ahıra çevrilmiş, , nice başlar kılıçtan geçmiş vs…
Liste uzayıp gidiyor…
Şimdi ey akıl ve izan sahibi insan bir düşün… Böyle bir devlette icazet belgesi versen ne olur, vermesen ne olur.
Başta dediğimiz gibi icazet belgesi insanların kime tabi olacağını bilmesi için değil Osmanlı Devletinin tanıması için yasal bir gereklilik idi.
Türkiye cumhuriyetinde icazet belgesine gerek olmadığından Ali Haydar Efendi ve o zamanın bir çok şeyhi böyle bir şeyi lüzumlu görmemiştir.
Mesela aynı şekilde Peygamber efendimiz soyundan gelenlerinde belgeleri bulunur ve zamanın Padişahı tarafından mühürlenirdi. Hatta Peygamber soyundan gelenlerin yeşil sarık sarmaları ile toplumda tanınarak kendilerine vaki olacak edepsizliğin önüne geçilmesi bile hedeflenmişti. Osmanlı’nın yıkılmasıyla bütün bunlar ortadan kalkmış oldu.
EFENDİ HAZRETLERİNİN YANINA GELDİ
Bildiğiniz gibi bir mürid (isteyen) kullar vardır, birde murad (istenen) kullar vardır. Dikkat ederseniz Mahmud Efendi Hazretleri, Ali Haydar Efendiyi aramak için hiçbir çaba sarfetmemiş, bilakis Ali Haydar Efendi onu almak için gelmiştir.
Ali Haydar Efendi’nin kırk sene evvel vefat etmiş olup Bandırma’da medfun bulunan şeyhi Ali Rıza Bezzaz Hazretleri bir gece İstanbul’daki tekkede bulunan Ali Haydar Efendi Hazretleri’ne mânevî yolla zuhur edip, o günlerde orada askerde bulunan Mahmud Efendi’yi takdim ederek: “Bandırma’ya hemen gel ve buradaki emaneti al” diye emir buyurmuş.
Bunun üzerine Ali Haydar Efendi derhal Bandırma’ya gidip Tekke Câmii’ne varmış ve yanında bulunan müridlerine: “Burada bir asker var, onu bulun ve bana getirin” buyurmuş. Bu emir üzerine Bandırma’da bir asker aramaya başlamışlar. Fakat bu askerin adı, soyadı ve adresi olmadığı için işleri hiç de kolay olmamış.
Bundan sonrasını Mahmud Efendi Hazretleri şöyle anlatır: “Küçük yaşlarımdan beri âlimlere ve şeyhlere karşı muhabbetim vardı. Nerede bir âlim, bir Allâh dostu olduğunu öğrensem onu ziyaret ederdim. Bandırma’da acemi birliğinde askerlik yapıyorken orada da ziyaret edip, duasını alabileceğim âlim bir zat, bir şeyh efendi var mı diye merak ediyordum. Orada Halil Efendi isminde takva sahibi bir zat vardı. Bir keresinde ona: ‘Buralarda şeyh yok mu?’ diye sordum. O da bana Ali Rıza Bezzaz Efendi Hazretleri’nin kabrini göstererek: ‘Bu zatın halîfesi var, lakin O da İstanbul’da’ dedi.
Bunun üzerine ben o zatın kabrini ziyaret ettim. O’nun halîfesini de ziyaret edip duasını almayı arzu ettiğim için, ‘Bir fırsatını bulup İstanbul’a nasıl gidebilirim?’ diye düşünmeye başladım, işte o anda kalbim O zata doğru aktı. Artık daima O’nu düşünür oldum.
Bir gün Bandırma’da deniz kenarındaki Haydar Çavuş Câmii’nde cuma namazını eda ettim. Namazdan sonra câminin bir köşesinde beyaz sarıklı, beyaz cübbeli, gayet heybetli ve nûranî bir zat gördüm. Bana padişah gibi heybetli geldi. O zatın kim olduğunu sorduğumda bana: ‘İşte O zat Senin görmek istediğin Ali Haydar Efendi Hazretleri’dir’ dediler.
Çok sevindim ve O’nunla görüşmek istedim. Fakat yakınları temkinli davranıp bana: ‘Zaman çok kötü, bu zat takipte. Gece gelirsen görüşürsün’ dediler. Gece gittiğimde rahatsız olduğu için erken yatmıştı. Kendisiyle ancak ertesi gün görüşmek nasip oldu, huzuruna girdiğimde beni görür görmez: ‘İşte kitaplarımı teslim edeceğim kişi budur’ dedi. Böylece görüşüp tanıştık, Beni Kendisine mânen Şeyhi’nin teslim ettiğini bildirdi ve Kendisinden ayrılmamamı tenbih etti, bir daha da O’nu hiç bırakmadım.”
Bu hadiseyi Ali Haydar Efendi’nin müritleri de teyit etmişlerdir.
Dolayısıyla daha mürid oluşu bile vefat eden meşayıh tarafından müjdelenmesi ve Şeyhinin ayağına gönderilmesi, Ali Haydar Efendinin daha hayattayken mevcut olan beyanları ve vefat ettikten sonra ihvanların hemen hepsinin gördükleri Efendi Hazretleri’ne tabi olmalarını işaret eden rüyalar, Mahmud Efendi Hazretleri’nin halifeliğini değil büyük bir Allah dostu olduğunu, zamanın bulunmaz büyüklerinden olduğunu da isbat etmektedir.
Allah’u Teala bizlere buldurdu, kıymetini bilmeyi nasip eylesin..
www.ihvanlar.net