Peygamberimizin Vefatı
Peygamber Efendimiz, Veda haccından sonra ahiret hazırlıklarına başlamıştı. Hicretin on birinci yılı Sefer ayının son günlerinde şiddetli bir baş ağrısı ile ateşli bir hastalığa tutuldu. Hastalığı ağırdı; buna rağmen Mescid-i Saadete çıkıp bir hutbe okudu. Ashabı kirama çok yüksek bir ifade ile hitab etti. Onlara yüksek bir adalet ve fazilet ve bir hakseverlik dersi vermek için şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Her kimin arkasına vurmuşsam, işte arkam! Kalksın bana vursun. Her kimin bende alacağı varsa, işte malım! Gelsin alsın.”
Kendisinden sonra, Arab Yarımadası’ndan müşriklerin çıkarılmasını emretti. Çevreden gelecek elçilere ikramda bulunulmasını öğütledi. Sonra ahiret âlemine göçeceğine işaret eden şu konuşmayı yaptı:
“Yüce Allah, kulunu, dünya ile kendisine kavuşma arasında serbest bıraktı. O kul da, O’na kavuşmayı seçti.”
Peygamber Efendimizin hastalığı ağırlaşınca, Ensar “Acaba halimiz ne olacak?” diye endişelenmişlerdi. Bunu duyan, Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ali ile, amcası Hazret-i Abbas’ın oğlu Fadl’ın kollarına dayanarak tekrar Mescid-i Şerife çıktı. Etkili bir hutbe okudu. Şöyle öğüt verdi:
“Ey İnsanlar! Benim vefat edeceğimi düşünerek telâşlanıyormuşsunuz. Hiç bir peygamber ümmeti arasında ebedî kalmadı ki, ben de sizin aranızda ebedî kalayım. Ey ensar! Size öğüdüm şudur: İlk muhacirlere hürmet ediniz ve onları gözetiniz. Ey Muhacirler! Size de öğüdüm şudur: Ensar’a güzel muamele yapınız. Ey insanlar! Günah, nimetin kaybolmasına sebep olur. Eğer insanlar Allah’ın emirlerine boyun eğerlerse, onların amirleri de öyle olur. İnsanlar âsi olursa, onların amirleri de böyle olur.”
Peygamber Efendimiz hasta olduğu halde, her ezan okundukça Mescid-i Şerife çıkıyor, ashab-ı kirama imam olup namaz kıldırıyordu. Fakat göçmelerine üç gün kala, hastalığı arttı. Artık Mescide çıkamaz oldu. Ebû Bekir’e söyleyiniz, imamet etsin;” diye buyurdu.
Rebiülevvel ayının on ikinci pazartesi günü, Ebû Bekir Hazretleri ashab-ı kirama sabah namazını kıldırıyordu. Hazret-i Peygamber kendisinde bir kuvvet buldu, mescide çıktı. Ashabının saf saf olup ibadet ettiklerini görünce, bundan pek hoşlandı ve Ebû Bekir’e uyup namaz kıldı.
Ashab-ı kiram Peygamberimizin iyileştiğini sanarak çok sevinmişlerdi. Oysa ki, Peygamber Efendimiz namazdan sonra saadetli evlerine dönüp rahat döşeğine yattı. Artık Yüce Allah’ın manevî huzurlarına kavuşacakları zaman gelmişti. O güllerden daha tatlı olan mübarek yüzleri bazen kızarıyor, bazen sararıyordu. Alnından jaleler gibi ter damlaları serpiliyordu. Nihayet zeval vakti idi ki, birer hidayet yıldızı olan o güzel gözlerini semaya doğru kaldırdı: “Allah’ım! Beni en yüce dosta kavuştur,” diye dua etti. Sonra da mübarek başları aşağıya doğru meylediverdi. Artık kutsal ruhu en yüksek mertebeye uçup gitti. (Sallallahu tealâ aleyhi ve sellem)