AHD NE DEMEKTİR?
Lûgatta “bir şeyi korumak, hâlden hâle onu muhafaza etmek, vasiyet etmek ve ısmarlamak” gibi mânâlara gelir.
İslâmî ıstılâhta ahd-ü misak denilince, ruhlar âleminde Allahû Teâla (Celle Celaluhu) ile insanlar arasında tahakkuk eden “mukavele”· akla gelir. Bu ahd-ü misak sadece müslümanlarla değil, bütün insanlarla tahakkuk etmiştir.(3)
Şimdi Ahd-ü Misak âyetlerine dikkat edelim: “Hani Rabb’in Âdem oğullarından, (insanlardan) onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp, kendilerini nefislerine şahid tutmuş: `Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?’ (demişti). Onlar da: `Evet (Rabb’imizsin) şahid olduk’ demişlerdi. (işte bu şahidlendirme) kıyamet günü: `bizim bundan haberimiz yoktu’ dememeniz için.”(4)
“Yahûd, daha evvel ancak atalarımız (Allah’a) şirk koşmuştur. Biz de onların ardından gelen (izinden ayrılmayan) bir nesiliz. Şimdi, o bâtılı kuranların işlediği (günahlar) yüzünden bizi helâk mı edeceksin? dememeniz içindir.”(5)
Molla Hüsrev; “Ahd-ü misak” ayetiyle ilgili olarak şunları kaydetmektedir: “Bu âyet-i kerime’de iki husus vardır: Birincisi Allahû Teâla (Celle Celaluhu)’nın ikrarıdır, ikincisi insanların kendi nefislerine şahid tutulmasıdır. Bu “Ahd-ü Misak’ın” tabii sonucu olarak insanların yerine getirmesi gereken vazifeler ortaya çıkmıştır.”(6)
“Ahd-ü Misak”ın tabii sonucu insanın emaneti yüklenmesidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de, onlar bu emaneti yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler. İnsan(a gelince, o tuttu) bunu sırtına yüklendi. Çünkü o çok zulümkâr ve çok câhildir.”(7) buyurulmaktadır.
Müfessirler, bu âyet-i kerimede zikrolunan emanet’in, tekalif-i ilâhiyye’nin cümlesi (ilâhi tekliflerin tamamı) olduğu hususunda müttefiktirler.(8)
Usul-i Fıkıh’ta emanet; Allahû Teâla (cc)’nın gerek kendi hukuku, gerekse yaratılmışların hukuku ile ilgili bütün vazifelerine verilen isimdir.(9)
Hz. Enes (ra)’den rivayet edilen bir hadis-i şerif’te Resûl-i Ekrem (sav)’in: “Emanete riayeti olmayanın imanı da yoktur, ahde vefası olmayanın dini de yoktur”(10) buyurduğu bilinmektedir. Elbette emanet ve ahde vefâ; ruhlar âleminde tahakkuk eden “zimmet” ile de yakından alâkalıdır. .
Devletler arasındaki “Muahede” fıkıh kitaplarından geniş şekilde izah edilmiştir. Bu ferdî değil, siyasî bir hadisedir. Umumi kaidelerden olan; “Kişi ikrarı ile muâheze olunur.”(11) kaidesi ferdî bir hâdisedir ve ahd-e vefa ile yakından alâkalıdır. zira her söz ve taahhüd, sorumluluğu da beraberinde getirir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de: “…Bir de ahdi yerine getirin. Çünkü ahid (den cayanlar, riayet etmeyenler) sorumludur”(12)”Karşılıklı muahede yaptığınız vakit, Allah’ın ahdini yerine getirin. Sapasağlam ettiğiniz yeminleri bozmayın, (Nasıl olur ki) üzerinize Allah’ı kefil yapmıştınız. Şüphe yok ki, Allah ne yapacağınızı bilir”(13) buyurulmuştur.
Siyasî mahiyetteki ahid (muahede-anlaşma), velâyet hukuku ile ilgilidir ve müslümanları bağlayıcıdır. İmam-ı Muhammed (rha), “Müslümanlar, müşriklerden bir kavimle anlaşsalar (ahid yapsalar), bu anlaşmadan dolayı mallarını almak müslümanlara caiz değildir. Meğer ki, gönül rızasıyla vereler. Çünkü, bu muahede sayesinde artık onların malları ve canları, tıpkı müslümanlarınki gibidir. Nasıl gönül rızasıyla vermeleri dışında, müslümanların mallarını almak caiz değilse, anlaşmalı müşriklerin mallarını almak ihanet ve ahde vefasızlıktır. Halbuki Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve sellem) “Ahidlere vefalı olmak gerekir, gadretmek câiz değildir” buyuruyor” hükmünü zikrederler.(14) Ahde vefa’nın zıddı “gadr”dır. Tâgûtlara iman eden insanlar, ruhlar aleminde verdikleri ahdi bozmuşlardır. Bu gadr, en büyük zulümdür. Amelî olan ahde vefâsızlık ise haramdır.
www.ismailaga.info
KAYNAKLAR
(3) Mülla Hüsrev, Mir’at el Usûl fi ,rerhü Mirkat el Vüsûl. ist.1307, c. I, sh.591.
(4) A’râf sûresi: 172, (HBÇ Meali, İst. 1959, c. I, sh.245.
(5) A’raf sûresi:173.
(6) Molla Hüsrev, a.g.e., c. I, sh. 591.
(7) Ahzab sûresi: 72.
(8) Mecnıuaıu’t-Tefiısir, İst. 1979, c. V, sh. 142-143 (Haazin, İbn-i Abbas, Nesefî ve Kadi Beyzavi’nin “emanet” ile ilgili tefsirleri).
(9) Molla Hüsrev, a.g.e., c. I, sh. 591.
(10) Beyhakî, es-Sünenû’I Kübra, Beyrut, ty. c. IX, sh. 231.
(ll) Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılâlıat-ı Fıkhiyye Kamusu, İst.1976, c. I, sh. 281. Mad. 79. Ayrıca, Ali Himmet Berki, Açıklamalı Mecelle, İst.1979 (2. bsk.) sh. 26.
(12) İsrâ sûresi: 34.
(13) Nahl sûresi: 91.
(14) İmam-ı Muhammed, Siyer-i Kebir (İslam Devletler Hukuku), İst.1980, sh.148.