Tefekkür Nedir? Tefekkür ayet hadis ve kıssaları
AYET-İ KERİME
Al-i İmran / 191. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!
Ankebut / 20. De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) ahiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir.
Al-i İmran / 137. Sizden önce nice (milletler hakkında) ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah’ın âyetlerini) yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün!
Bakara / 266. Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, arasından sular akan ve kendisi için orada her çeşit meyveden (bir miktar) bulunan bir bahçesi olsun da, bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıp kül etsin! (Elbette bunu kimse arzu etmez.) İşte düşünüp anlayasınız diye Allah size âyetleri açıklar.
Casiye / 13. O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.
Haşr / 21. Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.
HADİS-İ ŞERİF
* Hazreti Ali radıyallahu anh demiştir ki: “Tefekkür edilmeden yapılan kıraatte, (beklenen) hayır yoktur. Fıkıh olmayan ibadette (çok) hayır yoktur. Fakihlerin fakihi, halkı Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyen ve Allah’ın mekrinden de emniyete salmayan ve insanları Kur’ân’dan başka şeye rağbete sevketmeyen kimsedir.” * Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:”Rabbım bana dokuz şey emretti: – Gizli halde de aleni halde de Allah’tan korkma(mı), – Öfke ve rıza halinde de adâletli söz (söylememi), – Fakirlikte de zenginlikte de iktisad (yapmamı), – Benden kopana da sıla-ı rahm yapmamı, – Beni mahrum edene de vermemi, – Bana zulmedeni affetmemi, – Susma halimin tefekkür olmasını, – Konuşma halimin zikir olmasını, – Bakışımın da ibret olmasını, – Ma’rufu (doğru ve güzel olanı) emretmemi.”
Tefekkür, evvelâ, bir ilk bilgiye dayanmalıdır. Yoksa âmiyâne, câhilane tefekkürlerle hiçbir yere varılamaz. Böyle kapalı tefekkür, zamanla bıkkınlık meydana getirir. Sonra da insan tefekkür etmez olur. Bir insanın evvelâ, tefekkür edeceği mevzuu çok iyi bilmesi, tefekküre esas teşkil edecek hususları zihninde hazır malzeme haline getirmesi, yani bir mâlumat-ı sabıkası bulunması lâzımdır ki, sistemli düşünmesi mümkün olabilsin.
Ayların, yıldızların, cereyân ve deverânını, onların insanoğluyla münâsebetini, insanı teşkil eden zerrelerin akıllara durgunluk veren hareket ve faaliyetlerini, biraz olsun biliyorsa, bunlarla alâkalı düşündüğü zaman bu bir “tefekkür” olabilir. Yoksa, ayların güneşlerin harekâtına bakıp da, şairane ilhâmlarla birşeyler duyup birşeyler söyleyenlere mütefekkir değil, ilhamlarını söyleyen hayâlci denir.
Keza; tabiat bataklığına saplanmış bir kısım natüralist düşünür ve şairlere de mütefekkir demek mümkün değildir.
Al-i İmran / 191. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!
Ayette önce Allah’ı zikretmek geliyor. Yani onlar önce Allah’ı her hallerinde; otururken, yatarken, kalkarken, yanları üzerine… Allah’ı (celle celaluhu) anarlar, hatırlarlar. Bu zikirden doğan yakınlaşma sebebiyle de ruhları uyanır, gönülleri aydınlanır ve tefekkür etmeye başlarlar.
İMAM AZAM VE TEFEKKÜR
İmam-ı A’zam Hazretleri bütün duygu ve lâtifeleriyle ümid ve korku içinde âdeta baştan aşağı İslâmi vecd ve haşyetle doluyordu. Bir yatsı namazında İmam, “Zilzâl” sûresini okumuş, o da namazdan sonra kendinden geçerek sürenin mânâsı etrafında tefekküre dalmıştı. O’nu kendi haline bırakan müezzin gidip sabah namazına geri gelince hâlen vecdinin devam ettiğini ve: “Ey hayrın da şerrin de zerresini zayi etmeyen!. Kulun Ebû Hanife’nin şer mesabesindeki hallerini affeyle!..” diye ağladığını gördü. Nihayet müezzin yağı tükenmekte olan kandile yağ koyarken Ebû Hanife vecd halinden sıyrılıp kendine geldi, müezzine hitaben: “Kandili mi söndüreceksin?” diye sordu. Müezzin de: -Efendim sabah namazı oldu, ezan okumaya geldim, yatsı değildir, cevabını verdi. Bundan sonra sabah namazını da cemaatla kılan Ebû Hanife oturup dersine devam etti ve müezzine de şöyle bir ricada bulundu:”Benim birtakım hallerim vardır ki bir kısmına sen muttali oluyorsun, istirham ediyorum, kimselere açma bunları, olur mu?”
TEFEKKÜR
Halk dilinde İbrahim Edhem diye meşhur olan bu büyük mâneviyat adamı, bir gün gemiye biner, bir köşede oturup tefekküre dalar. Meydana gelen fırtınayı geminin batma tehlikesini hiç de merak etmez. Yolcular ise aniden çıkan fırtına yüzünden bağrışırken içlerinden biri, İbrahim Edhem’in gemide bulunduğunu, duâ etmesini teklif eder. Hep birlikte yalvarırlar. O da ellerini kaldırıp şöyle dua eder: “Yâ Rab, büyük kudretini gösterdin, ikaz olduk; şimdi de geniş merhametini göster de irşad olalım!” Aniden bulutlar çekilir, fırtına diner, güneş geminin , üzerinde bayram havası estirir. Herkes eski Belh Sultanının gerçekten gönül sultanı haline geldiğini açıkça söylemekten kendini alamaz.
Hazreti Ebu Bekir
“Hazreti Ebu Bekir, geceleri, yatsı namazından sonra bir-iki saat kadar ev halkıyla sohbet ederdi. Onlar yattıktan sonra kalkar, abdestini tazeler, iki rekât namaz kılıp seccadesi üzerinde oturarak, huşu içinde tefekküre dalardı. Sabaha bir saat kadar bir vakit kalınca, mübarek başını kaldırır bir kere ah! ederdi. Sonra on rekât teheccüd ve üç rekât vitir kılar ve ev halkını da uyandırırdı. Arkasından sabah sünnetini kılıp camiye giderdi.
Hazreti Ali: “Tefekkürü olmayan bir susma, unutkanlık ve dalgınlıktır.”
Hasan-ı Basri: Tefekkür ve tezekküre dayalı bir tasfiyeyi benimseyen Hasan-ı Basri, “bir saat tefekkür, bir gece ibadetinden hayırlıdır” der. bu söz, tefekkürle gece ibadetini birleştiren kişinin daha fazileti bir iş yapacağına da işaret etmektedir.
Zinnun-i Mısrî : “İbadetin anahtarı tefekkür, isabetli yolda olmanın alâmeti heva, heves ve nefse muhalefettir.”
Mumşad ed-Dineverî: “Hakimler hikmeti, tefekkür ve sükût ile elde etmişlerdir. ”
Lokman Hekim, tek başına ve uzun uzun düşünürdü. Dostları kendisine uğrar ve:”Yalnız niye oturuyorsun, toplum arasına karışıp onlarla kaynaşsan daha iyi olmaz mı?” deyince, Lokman:”Yalnızlık, tefekkür için daha uygundur. Tefekkür insanı cennet yoluna ulaştırır,” cevabını verirdi.
Ebu Süleyman ed-Daranî: “Gözünüzle ağlamayı ve kalbinizle düşünmeyi âdet haline getirin.”
Mutarrif: “Geceleri sırt üstü yatağıma uzanır, Kur’ân’ı düşünür ve amelimi cennet ehlinin ameliyle kıyaslarım.Onların, altından kalkamayacağım şekilde amel yaptığını görürüm. Çünkü onları Kur’ân şöyle anlatıyor: “Geceleri pek az uyurlardı. Seherlerde istiğfar ederlerdi.” {Zariyat, 51/17) “Onlar ki, gecelerini Rabb’lerine secde ederek (O’nun huzurunda ayakta) durarak geçirirler.” {Furkan, 25/64) “Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rabb’inin rahmetini uman gibi midir? De ki, “Bilenle bilmeyenler bir olur mu?” Doğrusu ancak akl-ı selim sahibi olanlar öğüt alır.” (Zümer, 39/9) Kendimi onların içinde göremiyorum.Sonra amelimi, “Sizi bu yakıcı ateşe ne sürükledi?” (Müddessir, 74/42) ayetinde anlatılan, cehennemliklerle kıyaslıyorum. Bakıyorum bunlar, iman etmemiş yalancılardır. En son kendimi şu ayetle zikredilenlerin içinde buluyorum: “Diğer bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler, iyi işle kötü işi birbirine karıştırdılar. Belki, Allah, bunların tevbesini kabul eder. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir” (Tevbe, 9/102). Ey kardeşlerim! Ümit ederim ki, ben ve sizler, hiç olmazsa, bu gruptan olalım! ”
Mansur b. Ali: “Hikmet, ariflerin kalbinde sıdk diliyle, zahidlerin kalbinde tafdil diliyle, abidlerin kalbinde tevfik diliyle, müridlerin kalbinde tefekkür diliyle, alimlerin kalbinde ise tezekkür diliyle konuşur.” Ömer b. Abdülaziz: “Allah’ın nimetleri üzerinde düşünmek en makbul ibadetlerdendir.”