Rıza kavramı, Allah’ın hükmüne Rıza göstermek

  Bakara/272- Onları yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak Allah dilediğini yola getirir. Yaptığınız her iyilik sırf kendiniz içindir. Siz yalnızca Allah rızasını gözetmenin dışında infak etmezsiniz. İyilik cinsinden ne infak ederseniz o size aynen ödenir. Size hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz.
 
   Tevbe/109- O halde binasını Allah korkusu ve Allah rızası üzerine kurmuş olan mı hayırlıdır, yoksa binasını yıkılmak üzere olan bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehenneme yuvarlanan mı daha hayırlı? Allah, zalimler güruhunu hidayete erdirmez.
 
   Kasas / 54- İşte onlara, sabretmelerinden ötürü mükafatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar.
 
   Hadid / 27- Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından  gönderdik, ona İncil’i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.
 
HADİS-İ ŞERİFLERDEN
  * Sa’d İbnu Ebî Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah  aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:    “Ademoğlunun saadet (sebepleri)nden biri de Allah Teâla’nın hükmettiğine rıza göstermesidir. Şekâvet (sebepleri)nden biri de Allah Teâla’ya istihareyi terketmesidir. Keza şekâvet (sebepleri) nden bir diğeri de Allah’ın hükmettiğine razı olmamasıdır.” 
 
   * Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:      “Kuvvetli mü’min, Allah nazarında zayıf mü’minden daha sevgili ve daha hayırlıdır. Aslında her ikisinde de bir hayır vardır. Sana faydalı olan şeye karşı gayret göster. Allah’tan yardım dile, acz izhar etme. Bir musibet başına gelirse: “Eğer şöyle yapsaydım bu başıma gelmezdi!” deme. “Allah takdir etmiştir. Onun dilediği olur!” de! Zira “eğer” kelimesi şeytan işine kapı açar.”    
 
   * Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hazreti Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: “Allah’ın rızası babanın rızasından geçer. Allah’ın memnuniyetsizliği de babanın memnuniyetsizliğinden geçer.”     Tirmizi bu hadisi hem Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in sözü (merfu) olarak, hem de sahâbî sözü (mevkuf) olarak rivayet eder. Ayrıca mevkuf olarak rivayet eden tarîkin sahih olduğunu söyler. 
 
   * İbnu Müseyyeb anlatıyor: “Süheyb (radıyallahu anh) muhacir olarak Mekke’den yola çıktı. Kureyş’ten bazıları onu takibe başladılar. Bunun üzerine o da devesinden inerek sadağında ne kadar ok varsa hepsini çıkardı. Takipçilere: “Allah’a kasem olsun oklarımın hepsini atıncaya kadar bana yetişemezsiniz. Sonra elimde durdukça kılıcımı kullanacağım. Eğer dilerseniz, size Mekke’de toprağa gömdüğüm malın yerini söyleyeyim, mukabilinde siz de beni serbest bırakın, yoluma devam edeyim” dedi. Takipçiler teklifini kabul ettiler. (O da sağ salim yoluna devam etti). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına varınca şu ayet nazil oldu: “İnsanlardan öyle kimse de vardır ki, Allah’ın rızasını isteyerek nefsini satın alır…” (Bakara, 207). Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Ebu Yahya’nın alış-verişi kârlı oldu” der ve ayeti tilavet buyurur”, (Rezin’in ilavesidir. Bagâvi ve İbnu Kesir tefsirlerinde senedsiz olarak kaydederler).  
 
   Rıza; insan kalbinin, başa gelen hadiselerle sarsılmaması ve kaderin tecellileri karşısında huzur duyması.. ve diğer bir yaklaşımla başkalarının üzülüp müteessir oldukları, şaşırıp dehşete düştükleri olaylar karşısında gönül mekanizmasının sükûn ve itmi’nân içinde olmasıdır. Bu konuda diğer bir enfes yorum da şöyledir: Rıza, Allah’ın kaza, takdir ve muâmelelerinin, nefislerimize bakan yanlarıyla, acılık, sertlik ve anlaşılmazlıklarına katlanıp herşeyi gönül hoşnutluğuyla karşılamak demektir.
  
   Rıza yolu, başlangıç itibariyle irâdî olsa da sevdiklerine Hakk’ın bir mevhibesi olması itibariyle irade ve ihtiyar üstü ilâhî bir armağandır. Bu bakımdan da o, Kur’ân ve sünnette sabır gibi emredilmemiş, bir ma’nâda sadece tavsiye olarak hatırlatılmıştır. Vakıa “Belalara karşı sabretmeyen, kazaya rıza göstermeyen kendisine başka Rabb arasın” meâlinde bir hadis var ise de bu söz, hadis kriterleri açısından hüsn-ü kabul görmemiştir.
 
   Ehlullahtan bir kesim, rızayı, tevekkül ve teslimin nihayetinde bir makam olarak görmüş.. bazıları da, sâlikin diğer halleri gibi, kesbî olmayıp zaman zaman zuhur eden, zaman zaman da kaybolan bir vârid olarak kabul etmişlerdir. İmam Kuşeyrî’nin de içinde bulunduğu diğer bir kısım kimseler ise onu, başlangıç itibariyle irâdî ve kulun kesbine bağlı olduğunu, nihayeti itibariyle de bir tecelli ve halden ibaret bulunduğunu söylemişlerdir.
 
   Rabia-i Adeviyye şöyle demiştir:”Kul, ancak, nimete de, felakette de aynı halini muhafaza ettiği zaman, rıza makamına ermiş olur.”
 
   Allah’tan rıza ve yoklukta var olmayı isteyin. Bütün olanlara boyun eğip bir yana durmak, en büyük rahatlıktır. İlahî emirler dahilinde işlerin yoluna girmesini beklemek en iyi şeydir. Dünya­nın cenneti, gönül rahatıdır. Buna ermek isteyen sakin ve olanlara razı olmalıdır.
 
   Olanlara razı olmak, bunların içinde kendini Hakka teslim olmuş bulmak en iyi yoldur. Allah’ın manâ kapısı buradan açılır. Ve kulun sevilmesi böyle oldukça gerçeğe uyar. Sıkıntı denen illet en büyük dünya azabıdır. Ahiret azabı daha başkadır. Allah bir kuluna sevgi yolunu gösterirse evvela ona gönül rahatlığı verir; o da bu rahatlık sayesin­de hoş bir ömür sürer.
Allah’a kavuşma yolu buradan başlar. Onun nuruna vasıl olma böyle tahakkuk eder.
 
   Geçici zevklerin ardına düşmeyin. Ele geçmesi mümkün olmayanın ardında koşmayın. Eğer kısmetse gelir; değilse zaten gelmez. Kısmet olmayan bir şeyin ardına düşmek, bir ahmaklıktır. Akılsızlık ve bilgisizliktir. İşte dünyanın en büyük azabı budur.En büyük dert imkansız şeylerle uğraşmaktır.
 
YANGINDAKİ SIRLI HİKMET
   Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden tek bir kişi sağ kurtuldu. Dalgalar bu adamı küçük ıssız bir adaya kadar sürükledi. Adam ilk günler kendisini kur­tarması için Allah’a devamlı yalvardı, yakardı ve yardım bulu­rum umuduyla ufku gözledi. Ama ne gelen oldu, ne giden…
   Adayı mecburi mekan tutan adam, daha sonra rüzgar­dan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklarından kendine küçük bir kulübe yaptı.
   Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula vs. gibi eşyaları bu kulübeye taşıdı. Günler hep aynı geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor, ufku gözlüyor ve kendisini bu ıssız yer­den kurtarması için Allah’a dua ediyordu.
   Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı. Geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Dumanlar döne döne göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu. Keder ve öfke içinde donakaldı. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi.
“Allah’ım, bunu bana nasıl yapabildin?” diye feryat etti. O geceyi tarifsiz bir keder İçinde geçirdi. O kadar dua ettiği halde Allah’ın bu hadiseyi başına getirmesinden dolayı sitem­ler etti.
   Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı. Evet, evet onu kurtarmaya geliyorlardı! Hem de herşeyden umudunu kestiği bir anda.
“Benim burada olduğumu nasıl anladınız?” diye sordu bitkin adam, kendisini kurtaranlara…
Aldığı cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı: “Dumanla verdiğin işareti gördük!”
 
ZULMÜN İÇİNDE ADALET TECELLİSİ
   Bir gün Musa Peygamber dış görünüşünde adaletsizlik ve zulüm görünen gizemli olayların, iç yüzündeki adaleti görmek ister, bunun için, Allah’a yalvarır. Hikmetler sahibi Allah bu duayı kabul eder. O’na dört yol kavşağında bulunan bir çeşmenin karşısında saklanarak, cereyan edecek olayları dikkatle izlemesini emreder.
   Hazret-i Musa, kendine bildirilen çeşmenin karşısındaki ağaçlığın içine oturur, yollardan gelip geçen yolculara dikkatle bakmaya başlar.
   Bir süre sonra tozu dumana katan bir atlı gelir. Çeşmenin başında bir müddet dinlenir. Daha sonra atına binerek yoluna devam eder. Ancak atlı, istirahat sırasında içi altın dolu kemerini çözüp ağacın altına bırakmıştır. Çeşme başından ayrılırken, geri kuşanmayı unutur. Para çeşmenin başında kalır. Atlının arkasından gelen bir delikanlı ise çeşmeden suyunu içip yoluna devam edeceği sırada, içi altın dolu kemeri görür. Heyecanla kemeri kaptığı gibi o da başka bir yola doğru gider.
   Çok geçmeden iki gözü de âmâ olan bir ihtiyar çeşme başına gelir. Soğuk sudan bir yudum içip şöyle bir nefes alırken, parayı unutan atlı pürtelâş geri döner. Kemerini çözdüğü yerleri araştırdıktan sonra, ihtiyara:
   – Burada unuttuğum para kemerimi sen aldın. Ya paramı verirsiri; yahut da boynunu vururum, der.
İhtiyar:
   – Evlâdım! Ben iki gözü de görmeyen bir adamım. Senin paranı almadım, derse de atlı onu dinlemez. Parasını sakladığı iddiasıyla ihtiyarı bir kılıç darbesiyle oracıkta hemen öldürür. Sonra da atına binerek oradan uzaklaşır.
   Bu manzarayı seyreden Musa Peygamber:
– Yâ Rabbi! Bu olayların içinde ben adalet göremedim. Bu adamın parasını daha evvel gelen bir çocuk aldı, fakat para sahibi, iki gözü de görmeyen bir zavallıyı öldürdü, der.
   Mutlak hikmet ve adalet sahibi olan Allah şöyle cevap verir bu soruya:
–  İnsanlar böyledir zaten yâ Musa! Olayların dışına bakarlar, zulüm var sanırlar. İç yüzünü bilemezler.
– Bu olayların iç yüzü nedir yâ Rabbi!
– Parasını çeşme başında unutan adam, vaktiyle yanında çalıştırdığı bir fakire hakkını vermemişti.Parayı bulan delikanlı o fakirin oğludur. Çeşmenin başındaki parayı buldu ve alıp götürdü. Aldığı para vaktiyle babasının çalışıp da alamadığı ücretin ta kendisiydi. Bu sebeple çocuk, babasından kendisine miras olarak intikal eden hakkını almış oldu.
   Ölen âmâ ihtiyara gelince, o da vaktiyle zâlim biriydi. Astığı astık, kestiği kestikti. Hattâ gözleri kör olmadan önce en son olarak da, parayı unutan adamın babasını öldürmüştü. Bu güne kadar yaptığı zulümler hep yanına kâr kalmıştı. Şimdi vaktiyle öldürdüğü adamın oğlu gelip, parasını aldı zannıyla babasının katilini öldürdü. Bu suretle (zahirde adaletsizlik gibi görünmesine rağmen) gerçekte adalet yerini buldu.
   Yâ Musa, söyle! İnsanlar sebebini bilmedikleri şeylere itiraz etmesinler. Mutlaka bir sırrı var deyip, rıza göstersinler.

PAYLAŞ