Hicret Ne demek? Hicret hakkında ayet hadis ve kıssalar

AYET-İ KERİMELER
   Tevbe / 20. İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.
 
   Bakara / 218. İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah, gafûr ve rahîmdir.
 
   Nisa / 100. Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bolluk (imkân) bulur. Kim Allah ve Resûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
 
  Nahl / 41. Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.
 
   Al-i İmran / 195. Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın güzeli O’nun katındadır.
 
HADİS-İ ŞERİF
   * Hazreti Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:”Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah’a ve Resülüne ise, onun hicreti Allah ve Resülünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” 
 
   * Abdullah lbnu Sa’dî radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına bir heyet olarak geldik. Ben:     “Ey Allah’ın Resülü! Muhakkak ki ben, arkamda, artık hicretin sona erdiğini zanneden bir kavim bıraktım” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm:”Küffârla kıtal edildiği müddetçe, hicret sona ermeyecektir” buyurdu.”
 
   * Ya’la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Fetih günü babam Ümeyye’yi getirip: “Ey Allah’ın Resûlü! Babamla hicret şartı üzere bey’at yap!” dedim. Ama O:”Onunla cihad etme şartı üzerine bey’at yaparım, artık hicret sona ermiştir” cevabını verdi.”
 
   * Safvan İbnu Abdirrahman el-Kureşi rivayet ediyor: “Fetih günü babamı Aleyhissalatu  vesselam’ın yanına getirdim ve: “Ey Allah’ın Resulü! Babama hicretten birpay ayır!” dedim. Resulullah: “Artık hicret kalmadı” buyurdular. Ben de gidip (Resulullah’ın hatırını hiç kırmadığı sevgili amcası) Abbas radıyallahu anh’ın yanına gittim, “Beni tanıdın mı?” dedim.      “Evet!” deyince, arzumu ona açtım, babama hicretten bir nasip ayırması için Resulullah nezdinde şefaatte bulunmasını rica ettim. Kabul etti ve Abbas, üzerinde cübbesi olmaksızın gömlekli olarak evinden çıktı (huzur-u nebeviye gelip: ) “Ey Allah’ın Resulü! Falancayı ve onunla aramızdaki (dostluğu) biliyorsun. O, size hicret üzere biat etmesi (ve böylece muhacir olma sevabından bir pay alması) için, babasını getirdi” dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: “Artık hicret yok!” buyurdular. Abbas hazretleri: “(Bu adamın babası ile hicret şartıyla biat etmesi için) senin üzerine yemin ettim” dedi. Aleyhissalatu vesselam elini uzatıp adamın elini meshetti ve: “Amcamı yemininden kurtardım, hicret yoktur!” buyurdular.” 
 
  * Bera İbnu’l-Âzib radıyallahu anh anlatıyor: “Hazreti Ebu Bekr radıyallahu anh, evinde babama uğradı. Ondan bir semer satın aldı. (Babam) Azib’e:
     “Benimle oğlunu gönder, onu evime kadar götürüversin!” dedi. Babam bana:    “Hay onu götürüver!” dedi. Ben de götürüverdim. Babam onunla beraber çıktı, bedelini alacaktı.
Babam, Ebu Bekr’e:
     “Ey Ebu Bekr! Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’la (hicret ettiğin) gece ne yaptınız?” diye sordu.    “Evet o gece yürüdük. Ertesi günü de öğle vaktine kadar yürüdük. Yolumuz tenha idi, hiç kimseye rastlamadık. Önümüze uzun bir kaya çıktı. Kayanın henüz güneşin değmediği bir gölgesi vardı. Yanına konakladık. Ben kayanın yanına geldim. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın duldasında uyuması için eIimle bir yeri düzledim. Sonra oraya bir post yayıp:     “Ey Allah’ın Resülü! (Siz biraz istirahat buyurup şurada) uyuyun, ben etrafınızı gözetlerim!” dedim.
   Derken yatıp uyudu, ben de çıkıp etrafını gözetlemeye başladım. Kayaya doğru sürüsüyle gelmekte olan bir çobanla karşılaştım. O da bizim gibi gölgeye sığınmak istiyordu.     “Sen kimlerdensin ey delikanlı?” diye sordum. Medine veya Mekke’den bir adama aitti. Ben tekrar:
     “Koyununda süt var mı?” dedim.
     “Evet!” dedi.
    “Sağar mısın?” dedim.
     Tabii dedi ve sağmak üzere bir koyun yakaladı.
   “Memede kıl, toz-toprak çer-çöp olabilir, bunları bir çırp!” dedim. Dediğimi yaptı, beraberindeki bir kaba bir miktar süt sağdı. Benim de yanımda Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm için taşıdığım bir kap vardı. İçmede, abdestte onu kullanırdı. (Sütü kendi kabıma aktararak) Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına geldim. Uyuyordu. Uyandırmak istemedim. Uyanıncaya kadar yanında durdum. Süte biraz su kattım, dibi serinledi.
     “Ey Allah’ın Resülü, buyurun için!” dedim. O içti ben de memnun oldum. Sonra: “Yola koyulma vakti gelmedi mi?” dedi.
     “Evet!” dedim. Güneşin zevâlinden sonra hareket ettik. Peşimize Sürâka İbnu Mâlik İbni Cu’şem düştü. Biz sert bir arazide yürüyorduk.
     “Ey Allah’ın Resülü, bize yaklaştı!” dedim.
     “Üzülme! Allah bizimledir!” buyurdu. Aleyhissalâtu vesselâm, Sürâkaya beddua etti. Derhal atının ön ayağı karnına kadar yere saplandı.
   Sürâka:”Anladım ki, siz bana ilendiniz. Ne olur benim için dua edin. Allah için ben de takipçileri sizden geri çevireceğim!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm dua ediverdi, adam kurtuldu ve geri döndü. Yol boyu her kime rastladı ise:     “Ben size bedel burada gereken (aramayı) yaptım (kimse yok)!” dedi. Böylece her kime rastladı ise geri çevirdi. Hülasa, bize verdiği sözü tuttu.” 
 
   * Hazreti Ebu Bekr radıyallahu anh anlatıyor: “Biz mağarada iken müşriklerin ayaklarını görüyordum. Onlar bu sırada başlarımızın üstünde idiler. “Ey Allah’ın Resûlü dedim, onlar ayaklarının aşağısına bir bakacak olsa bizi mutlaka görürler!” dedim. Bunun üzerine:    
“Ey Ebu Bekr!” buyurdular, “Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne zannediyorsun?” 
 
   * Abdullah lbnu Sa’dî radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına bir heyet olarak geldik. Ben:     “Ey Allah’ın Resülü! Muhakkak ki ben, arkamda, artık hicretin sona erdiğini zanneden bir kavim bıraktım” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm:”Küffârla kıtal edildiği müddetçe, hicret sona ermeyecektir” buyurdu.” 
   * Ya’la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Fetih günü babam Ümeyye’yi getirip: “Ey Allah’ın Resûlü! Babamla hicret şartı üzere bey’at yap!” dedim. Ama O:     “Onunla cihad etme şartı üzerine bey’at yaparım, artık hicret sona ermiştir” cevabını verdi.” 
 
   * Sehl İbnu Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: “(Sahabîler lslâmi takvimin başlangıcını tesbit ederken) ne Resulullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bi’set zamanına, ne de vefat zamanına itibar etmediler. Fakat Medine’ye gelişine itibar ettiler.” 
 
   * İbnu Amr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam, cihada iştirak etmek için Hazreti Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’den izin istedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Annen baban sağlar mı?” diye sordu. Adam: “Evet” deyince: “Onlara (hizmet de cihad sayılır), sen onlara hizmet ederek cihad yap” buyurdu.
 
   * Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, Allahu Teâla’nın kadınları hicretle ilgili olarak zikrettiğini hiç işitmiyorum, niçin? diye sordum.     Bu sorum üzerine şu âyet indi: “Rableri dualarını kabul etti: Bir birinizden meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın olsun iş yapanın işini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkanların, yolumda ezâya uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. And olsun ki, Allah katında bir nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin güzeli Allah katındadır.” (Âl-i İmrân, 195).
 
   * İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu iki ayet hakkında aşağıdaki açıklamayı yapmıştır: “Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihâd edenler ve Muhâcirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirlerinin dostudurlar” ve “İnanıp hicret etmeyenlerle, -hicret edene kadar- sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım etmeniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür. İnkar edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar. İnanıp hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve Muhacirler’i barındırıp, onlara yardım edenler, işte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır. Sonra inanıp hicret eden ve sizinle birlikte savaşanlar, işte onlar sizdendir.” Bedeviler muhacire varis olmazdı, muhacir de ona varis olmazdı. Bu durum nesh edildi. Ayet şöyle buyurdu: “Birbirinin mirascısı olan akraba Allah’ın kitabına göre birbirine daha yakındır. Doğrusu Allah her şeyi bilir” (Enfal, 22-25).
 
   * İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ),“Ey iman edenler, eşlerinizin evlatlarınızın içinde hakikaten size düşman olanlar da vardır. O halde onlardan sakının..” (Teğâbün 14) meâlindeki ayet hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bu hitaba maruz kalan kimseler bir kısım Mekkeli erkeklerdir. Bunlar, hicret ederek Hazreti Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelmek isterler, fakat kadın ve çocukları kendilerini terketmelerini istemeyerek hicretlerine mümânaat etmişlerdir. Bu kimseler bilâhare hicret edip gelince, halkın, din hususunda çok şey öğrenmiş olduğunu görürler. Bunun üzerine (kendilerinin önceden hicret etmelerine mâni olan) zevce ve evlâtlarını cezalandırmak istediler. Bu hâl karşısında Cenab-ı Hakk mezkur âyeti inzâl buyurdu.” 
 
   * Hazreti Enes (radıyalahu anh) anlatıyor: “Muharcirler hicretle Medine’ye gelip (Ensar’ın yardımlarını gördükleri) vakit şöyle dediler: ” Ey Allah ‘ın Rasûlü ! Biz, çok maldan böylesine cömertce veren, az maldan da yardımı böylesine güzel yapan aralarına inmiş bulunduğumuz şu Medinelilerden başka bir kavmi hiç görmedik! Bize bedel işlerimizi yaptılar, hayatımızı düzene koymada yardımcı oldular. Biz (hicret ve ibadetlerimizle kazandığımız) sevapların hepsini onlar alacak diye korkuyoruz !”  Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu cevabı verdi: ” Hayır! Onlar sizin dua ve teşekkürlerinizden hâsıl olan sevabı alacaklar. “
 
   * Şeddâd İbnu’l-Hâd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir bedevî gelerek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a iman etti. Sonra da sordu:   “Seninle hicret edeyim mi?”   Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu ashabından birine teslim edip meşgul olmasını söyledi. Sonra yapılan gazvede Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir miktar ganimet elde etmişti. Bunu taksim etti ve bedevîye de bir pay ayırdı. Bedevî:   “Bu nedir?” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):   “Bu payı sana ayırdım” dedi. Adam:  “Ben bunun için sana tâbi olmuş değilim, ben eli ile boğazını göstererek- şuraya bir ok atılıp ölmem ve cennete gitmem için sana tâbi oldum” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:   “Sen Allah’a sâdık oldun mu o da sana sâdık olur (dilediğini verir)” dedi.
   Askerler bir müddet durdular. Sonra düşmanla mukâtele etmek üzere kalktılar. Adamcağızı, az sonra sırtlayıp Hazreti Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e getirdiler. Tam gösterdiği yere bir ok isabet etmiş ve ölmüştü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):     “Bu, o adam mı?” diye sordu: “Evet, odur!” dediler. “Öyleyse o Allah’a doğru söyleyip sadâkat gösterdi, Allah da ona sadâkat gösterdi” dedi.    Adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vessselâm)’ın cübbesi ile kefenlendi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cenazeyi öne çıkardı, üzerine namaz kıldı. Okuduğu duadan işitilenler arasında şu da vardı: “Ey Allahım, bu senin bir kulundur. Senin yolunda hicret etmek üzere memleketinden ayrıldı. Şehid olarak öldürüldü. Ben buna şâhidlik ediyorum.” 
 
HİCRET
   Hicret, altında çok büyük ma’nâ ve büyük hakikatlar yatan oldukça büyük bir mes’ele, mukaddes göç tür. Bu kelime, insanın, bir beldeden bir beldeye hicret etmesini ifade ettiği gibi, insanın bir düşünceden başka bir düşünceye hicret etmesini de ifade eder.
   Hicret, gerçekten Allah‘ın hoşuna giden makbul bir ameldir. Çünkü hicret eden kimse Allah için çok büyük bir fedakârlığa katlanmaktadır. Evet, dünyada bir insan ailesini, evlad ü ıyâlini, doğduğu yeri çok sever.Çok sevdiği bu şeyleri Allah için terketmek imanın en üst derecelerindendir.
 
   Çekilen ızdırap ve sıkıntı, hedefin büyüklüğü ile mebsûten mütenasiptir (doğru orantılı). Meâlîye ulaşmak için, kalbî ve rûhî hayata açılmak gerekir. Orada ifade edilmesi gereken bir husus daha vardı: Hadis-i şerifte, “Muhacir, günahlardan hicret edendir” buyurulur. Nefisten rûha, cismânî hayattan kalb ve rûhun derece-i hayatına hicret. Böyle kalbî ve rûhî seyahatle maddî hicret arasında zorluk ve keyfiyet bakımından herhangi bir fark yoktur. Her ikisinde de, mebde’ ile müntehâ arasındaki mesafe çok uzundur; yolculuk da çok zordur ve çok meşakkatlidir. Ama kalbinde böyle bir yolculuğu duymayan, böyle bir yolculuğa hiç çıkmamış insan, hep düz bir Müslüman olarak kalır ve hadis-i şerifte belirtilen hicretin ne olduğunu asla anlayamaz.

PAYLAŞ