İsmailağa Vakfından Güncelleme Açıklaması

Aziz mü’minler!

Dinimiz İslâm, Cenâb-ı Hak tarafından Resûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) aracılığı ile bizlere gönderilen son Hak Din’dir. Başka bir dinin gelmeyeceği, İslâm’ın da kıyamete kadar Cenâb-ı Hak tarafından korunacağı Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere müjdelenmiştir.

Mevlâ Teâlâ mü’minlere en güzel örnek «Usve-i Hasene» olarak Resûlünü göstermiş, «O, size ne emrediyorsa onu alınız; neyi de yasaklıyorsa ondan sakınınız» emr-i ilâhisini vermiştir.

Resûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz; izi takip edilecek, yaşadığı hayat her şekliyle insanlığa örnek olacak Kur’ân ahlâkının en büyük rehberidir. O, yaşayan, yürüyen Kur’ân’dır.

İslâm-küfür savaşı, başladığı günden kıyamete kadar devam edeceği gerçeğinden hareketle, Allah Resûlü’ne yapılan hakaret, zulüm ve işkenceler değişik şekilleriyle günümüz Müslümanları için de bir devamlılık arz edecektir. Aklı olan her mü’min bu gerçeği bilir, görür ve yaşar. Onu umutlu kılan en önemli husus ise, «Hak üzere olan bir topluluğun devamlı bulunacağı; düşmanlarının onlara asla zarar veremeyeceği»gerçeğidir.

Şunu özetle belirtelim ki; günümüzde hakiki İslâm, diğer ifadesiyle Ehl-i Sünnet inancı ve ameline karşı bu savaşın şekli ve yöntemi değişmiştir.

Düşmanlarımız çok iyi bilmektedir ki; bu itikadı çökertmedikçe İslâm’ı ve müslümanları yoldan saptırmak mümkün değildir. Onlara göre öncelikle Hazreti Peygamber devre dışı bırakılmalıdır. Bunun için hadis-i şerifler hafife alınmalı, sonradan gelenlerin uydurduğu sözler olarak yansıtılmalı, O’nun sadece bir postacı olduğu izlenimi verilmelidir.

Ayrıca mezhepler ve mezhep imamları aşağılanmalı, onların sıradan birer âlim olduğu anlatılmalıdır.

Tasavvufu ve Allah dostlarını dünyevi menfaatlerin otağı olarak tanıtmalı, tekkelerin irtica yuvası ve tembelhaneler olduğu vurgulanmalıdır. Kısacası Ehl-i Sünnet itikadı berhava edilmelidir.

Müslümanlara; Hıristiyanlar gibi peygamberi olmayan, Yahudiler gibi ahiret inancına fazlaca yer vermeyen bir din algısı sunulmalıdır.

Sorgulamayan, sorumluluk yüklemeyen, herkese hoşgörü ile bakan, ikide bir de Müslümanın tutum ve davranışlarına müdahale etmeyen, hep müjdeleyen, hiç korkutmayan, ne yaparsan yap sonunda cennete gireceğin bir müslümanlık. Kısaca peygambersiz, âlimi, mürşidi, sünnet-i seniyyesi olmayan bir İslâm toplumu.

Tabiidir ki Resûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz devre dışı bırakılınca ortam Reformculara kalacak. Gayr-i Müslimlerin veya modernistlerin söz ve davranışları örnek gösterilecek, yol gösterici telakki edilecektir.

Bu aşamadan sonra İslâm güncelleştirilmeli, tarihsellik gündeme gelmeli, eskiye ait inanç ve ibadet şekilleriyle bu modern çağı yaşamak zorlaşacağından yeni modern kurallar gündeme gelmelidir.

Kadere imanın, kabir azabının, şefaatin olmadığı, hatta Âdem diye bir insanın yaşamadığı sadece Âdemiyyet (insanlık) diye bir kavramın bulunduğu gündem hâline gelmelidir.

Israrlı bir şekilde Kur’ân ayetlerini ve hadis-i şerifleri dile getiren hoca efendiler tedricen susturulmalı, yetkileri ellerinden alınmalı hatta linç edilmelidir.

İslâm’ın güncellenmesi söz konusu edilmişti. Evet bizler de güncelleşmeden yanayız. Ama bu, İslâm’ın değil Müslümanın kendisini güncelleştirmesi meselesidir. Evet Resûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz ve sahâbe gibi yaşayabilmek. Mezhep imamlarımıza ve onların izini takip eden ulema ve meşayıha uyma konusunda bir güncelleşmeye ihtiyaç vardır hem de acilen. Bizim kaybettiğimiz, bu değerlerdir.

Aziz Kardeşlerimiz!

Ecdadımız Osmanlı, idaresindeki İslâm toplumunu üç özelliği ile bir arada huzur içinde yaşatmıştır.

Talebe medresesindedir.

Ordu kışlasındadır.

Müslümanlar da gündüz işinde, akşam da tekkesinde, üstadının rehberliğinde zikir ve ibadetle meşguldür.

Ne zaman ki medrese okula; kışla İslâm karşıtlığına, tekke de kahve, kafe veya meyhaneye dönüştü; bütün bu faciaların vanası açılmış oldu. Üstüne üstlük kadınlarımız da mukaddes yuvaları olan evlerinden çıkarılarak erkeklerle savaşacakları, başa baş, dişe diş mücadele edecekleri, her makam ve mevkiyi ellerine geçirecekleri bir ortamı da yakalayınca şer halkası tamamlanmış oldu.

Şimdi Ey Müslümanlar!

Sanki bizler Nûh Aleyhisselâm’ın maruz kaldığı bu şer orduları ile sınanmaktayız.

Ona, “Şu deliye bak” dediler. “Karada gemi yapılır mı?” dediler. “Denizi nerede bulacaksın?” dediler. Dediler de dediler. Ama O, mevlâsının emrinden çıkmadı. “Acaba bunlar doğru mu söylüyor” demedi. Son ana kadar kendisine verilen emri uyguladı ve inananları ile birlikte kurtuldu.

Bizlerin de görevi budur. Deli desinler, yobaz desinler, kılık ve kıyafetimizi, cübbemizi, sarığımızı itici bulsunlar. Bizimle bir karede fotoğraf çektirmekten imtina etsinler. Bizi, dışlasınlar, hakaret etsinler…

Ama bilsinler ki bizim yolumuz Resûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin yoludur. O’nun gidin dediği yere gider, bakın dediği yere bakar, giyin dediği şeyi giyer, hiçbir sözüne muhalefet etmeyiz.

Eksiklerimiz olsa da istikametimiz doğrudur biiznillah.

Bütün mü’min kardeşlerimizin bizi böyle bilmesi, böyle tanıması cemaatimiz için şereflerin en büyüğüdür.

Selâm ve dua ile.

İsmailağa Camiası

KAYNAK: www.ismailaga.org.tr

PAYLAŞ
Etiketler