Dünyanın Yaşayan En Zeki İnsanı: Muhammed Said Tantavi

   Dünyanın yaşayan en zeki insanları diye Google’da arama yaparken görüyorsunuz ki, kimi satrançta birinci olmuş, kimi daha 4 yaşındayken problem çözüyormuş vs. vs…
   Hepsi de gavur… Acaba Müslümanlardan böyle bir insan çıkmıyor mu? Yüzlerce çıkıyor da kim araştıracak, kim bilecek?
   Hem gavurlar yaşlandıkları zaman bunadıkları, beyinle irtibatları kesildiği halde Müslüman alimlerde böyle bir şey de söz konusu olmuyor, en yaşlı hallerinde bile ezberlerini hatırlıyorlar.
YAŞAYAN EN ZEKİ İNSAN BİR İSLAM ALİMİ
   Aslen Şam’lı olup Mekke’de yaşayan Muhammed Said Tantavi 614 sayfalık Kur’an’ı Kerimi ezberlemiş olup 6666 ayetten her ayetin manasını, tefsirini biliyor. Her hangi bir konuyla alakalı ayetleri sure ve ayet numarası vererek sıralayabiliyor. Bunun yanında okudğu neredeyse bütün ders kitaplarını ezbere biliyor. Ve hepsinin içeriğine hakim. Kasideler, cilt cilt kitapları hafızasında saklıyor…
   İşte İHSAN ŞENOCAK Hocaefendinin  kaleminden o müthiş zekaya sahip insanın hayatından  bölümler…
Hicri 1347 yılında Şam’da dünyaya gelen Said Tantavi Üç yaşında annesini kaybeden Tantavi, çocukluk ve yetişkinlik devresini zor şartlar altında ağabeyi Ali Tantavi’nin yanında geçirir.5
Hayatını okumaya adayan Tantavi gündüzün olduğu gibi gecenin de önemli bir bölümünü mütalaa ve ibadete hasreder.6
Birçok şehirde öğrenci, araştırmacı ve hoca olarak bulunan Tantavi ahir ömründe Mekke’ye yerleşir.

Zekâsı


Zekâ ve hafızasının gücü ile dikkat çeken Tantavi okuduğu her kitabı ezberler. Henüz 16 yaşında iken hafızasında 20 binin üzerinde beyit vardır.7
Misafirlerinin adlarını oturdukları yerle birlikte ezberliyor. Meclis süresi içerisinde konuklarından birisi yer değiştirirse isimleri tadat ederken “Yahya nerede, Yahya! Senin yerin şurası değil mi?” diye ikaz ediyor.
Bir ikindi sonrası Fakih Mescidi’nde karşılaştığımızda aslen Of’lu, ikameten de Samsun’lu olduğumu söylediğimde Samsun ve Tarabzon’da yetişen ürünleri tek tek saydı.
İki ay sonra Fakih Mescidi’nde tekrar karşılaştığımızda Hocaya hayatı ile alakalı bir yazı kaleme almayı düşündüğümü söyleyince “benim değil âlimlerin hayatını yaz” dedi. Siz de âlimsiniz dediğimde O yine “âlimlerin hayatını yaz” diyerek önceki cevabını tekrar etti. Peki ya siz âlim değilseniz alim kimdir dediğimde “iyiler gitti, en hayırlılar toprağın altında” manasına gelen bir şiir okudu. Bir hafta kadar sonra Hoca’yı tekrar ziyaret ettim. Uzun uzun Osman’lı Devleti’nden bahsetti. Nureddin Mahmud Zengi zamanında iki Hrısitiyan’ın Efendimiz’e karşı yürüttükleri komployu anlattı. Konuşma arasında kendisi ile alakalı yazıyı kaleme aldığımı söyledim; tebessüm etti.
Tantavi’nin zekâsı ve hadiseler karşısındaki sürat-i intikali kısa zamanda keşfedilir ve lise yıllarında hocalarının fevkalade alakasına mazhar olur. Okuduğu ve duyduğu bir metni bir daha unutmamak üzere hafızasına kaydetmesi bu alakanın artmasında etkili olur.
Şu hadise onun bir lise talebesi iken sahip olduğu tahlil ve terkip cehdini gözler önüne sermektedir: Şam Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenleri öğrencilere “yaptığı işin sonunu düşünmeyen bir gün pişman olur.” cümlesi etrafında bir deneme yazmalarını söylerler. Kâğıtlar dağıtılır, denemeler telif edilir, daha sonra değerlendirilmek üzere geri toplanır. Kâğıtlar arasında bir tane vardır ki hocalar onun hakkında ihtilaf ederler. -Öğrencinin isminin yazılı olduğu bölüm kapalı olduğundan tartışılan yazının kime ait olduğu tartışma esnasında bilinmemektedir.-
 
Hayatının erken yıllarında zekâsının parlaklığı ile temayüz eden Tantavi, yakın dönem ilim ve fikir adamları tarafından da dikkatle izlenmiştir. Nitekim ağabeyi Ali Tantavi ölümünden kısa bir süre önce Mekke’deki evinde ağırladığı Mahmud Mîra, Hatib el-Accac, Ebu Gudde ve Edip Salih gibi ilim heyetinin huzurunda kardeşinin kendisinden daha âlim olduğunu itiraf etmiştir. Davette ağabey bir beyit okumuş, kardeş Tantavi ise o beytin öncesini sonrasını ve benzerlerini söyleyerek haziruna bir edebiyat ziyafeti sunmuştur. Onun bu haline tanıklık eden Ali Tantavi “annem vefat ettiğinde Said küçüktü, ‘anne, anne’ diye ağlar, yüreğimi yakardı. Sonra yetişti, ilim adamı oldu, şimdi ise bizi geride bıraktı.” demiştir.
Tantavi ile yapılan sohbetlerde O’nun edebi derinliğini görmek hiç de zor değildir. Konuştuğu bir konu ya da cevapladığı bir soru ile alakalı onlarca beyit okuyabilen Tantavi, muhataplarına “sonu ‘h’ ya da ‘b’ harfi ile biten bir şiir oku” diyerek onları da edebiyat meclisine dâhil etmektedir.
Şu anekdot Hoca’nın birikimini müşahhas bir mikyasta ortaya koymaktadır. Bediuzzaman Said Nursi’nin (rahimehullah) eserleri Arapça’ya tercüme edilirken mütercim, risalelerde şairi tasrih edilmeyen beyitlerin bir kısmının kime ait olduklarını tespit edemez. Konu ile alakalı uzman bir isim araştırılırken Tantavi’ye ulaşılır. Şeyh hiçbir esere bakmadan söz konusu beyitlerin kimlere ait olduklarını söyler.
Tantavi, misafirlerine Said Nursi’nin kim olduğunu sorduğunda “Firuzubadi’nin Kamusu’l-Muhit’ini ‘sin’ maddesine kadar ezberleyen bir ilim adamı” cevabını alır. Bediuzzaman’ın üstünlüğünü Kamus örneği ile anlatan muhataplarına Tantavi şöyle der: “ben de ez-Zebîdî’nin Tacu’l-Arûs’unu ezberlemiştim.”(Söz konusu lügatın farklı baskıları vardır. Daru’l-Fikr’den çıkan nüshası 20 cilttir.)

İlmi Yönü


Tantavi lisans eğitimini kimya alanında yaptı fakat Suriye’de çok sayıda âlimden İslami İlimler alanında özel dersler aldı. Sabah ve yatsı namazları sonrasında meşhur âlimler etrafında kurulan halkalara devam etti. Gençlik yıllarında “Kuduri” ve “Vikaye” gibi metin kitaplarını ezberledi.
Hoca’nın kimyacı olması fakih ya da müverrih olmasına engel olmadı. Öğrencileriyle ders arkadaşlığı yaptı. Lise yıllarında öğrencisi olan Üstat Mehmed Savaş’la Abdulvahhab el-Hafız’ın derslerine katıldı, birlikte Nuru’l-İzah’ın şerhi Meraki’l-Felah’ı okudu.
İslami ilimlerin hemen tamamında behresi olan Tantavi, matbu eserlere olduğu gibi mahtutata da vakıf bir isimdir. Yakın dostu Necati Öztürk Hoca’nın tespitine göre kendisine bir mesele sorulduğunda cilt ve sayfa numarasına varıncaya kadar kitaplardaki yerini söyleyebilmektedir.
 
Hoca, teracim alanında da eşine az rastlanır bir derinliğe sahiptir. Nitekim sohbet esnasında adı geçen her ilim adamının yaşadığı şehri, hocalarını, eserlerini, ne zaman doğup vefat ettiğini, zamanındaki olayları ayrıntısına kadar anlatmaktadır.
Fakih, muhaddis, müfessir ya da mütekellim vasfıyla onu dinleyen herkes söylediklerinden müstağni olmadıklarını yakinen idrak etmektedirler.
 

Kiyafe İlminin Son Temsilcisi


Tantavi İslam toplumunda önemli bir yere sahip olan qiyafe ilminin son temsilcilerindendir. Şeyh, insanların vücut yapılarından hareketle karakterlerinin okunmasına ve neseplerinin tespit edilmesine yardımcı olan bu ilim dalında oldukça mahirdir.
O bunun da ötesinde karşılaştığı bazı kişilerin yüzlerinden nereli olduklarını tespit edebilmektedir. Necati Hoca’nın naklettiğine göre ilk defa karşılaştığı bir Konyalı’ya “yüzün Mevlana Celaleddin’in diyarından geldiğini söylüyor” demiştir.

Tantavi’nin evinde televizyon olmadığı gibi, konuk olduğu yerlerde de televizyona mesafeli durur. Gözlerinden ameliyat olmak için gittiği hastanedeki odasından televizyon kaldırıldıktan sonra orada yatmayı kabul etmiştir. Ağabeyi Ali Tantavi televizyonlarda program yapınca 27 yıl ona mesafeli davranmıştır.
 

Ehl-i Sünnet Hassasiyeti


Ehl-i Sünnet Akidesi’ne bağlılığı ile dikkat çeken Tantavi, selefe karşı fart-ı muhabbet beslemektedir.
Evindeki sohbet esnasında İslam’ın ameli boyutunun anlaşılabilmesi için mezhepleri taklit etmenin gerekli olduğuna vurgu yapan Tantavi, İmam Kevserî’nin “el-Lamezhebiyye Kanteratun Ladiniyye” başlıklı makalesi ile Said Ramazan el-Buti’nin “el-Lamezhebiyye” adlı kitabının önemine dikkat çekti.
Tantavi’ye bazıları “Ebu Hanife hakkında bir takım ithamlarda bulunuyor.” “Bu konuda ne buyurursunuz?” diye sorulduğunda sert bir ses tonuyla İmam Şâfiî’ye ait olan şu şiiri okudu:
Seninle tartışıldığında sustun dediler,
Onlara, cevabın kötülük kapısının anahtarı olduğunu söyledim.
Cahile ya da ahmağa karşılık vermemek şereftir.
Böyle davranmada itibarı korumak ve hali ıslah vardır.
Arslanları görmüyor musun, onlardan sustuklarında korkulur.
Yemin olsun ki köpek de havladığında taşlanır. 11

Eserleri


Hocanın en büyük iki eseri destanlaşan hayatı ve yetiştirdiği öğrencileridir. Müslüman gençlik için “üsve-i hasene” olan hayatının önemli bir bölümünde öğrencileri vardır. Üstat Mehmet Savaş, öğrencileriyle olan münasebetini anlatırken şöyle demektedir: “Maaşını alır birkaç parçaya böler, durumlarına göre talebelerine dağıtırdı.”
Necati Hoca’nın tespitine göre Tantavi’nin telif ve tahkik kabilinden 150’nin üzerinde basılmış ve basılmamış eseri vardır. Bunlar içerisinde Benu Şeybe Kabilesi’nin nesebini anlatan ve 15 defterden oluşan orijinal çalışmalarda mevcuttur. Ne var ki Tantavi şöhret olmak endişesiyle eserlerinin hiçbirisinin vefatına kadar basılmalarına müsaade etmemektedir.

Osmanlı Muhabbeti


Suriye ulemasının Osmanlı muhabbeti takdire şayandır. Şam’da hazırlanan bir televizyon programına konuk olan aksakallı bir imama “Osmanlı nasıldı?” diye sorulduğunda yaşlı gözleriyle çevresindeki Osmanlı eserlerini göstererek “İşte Osmanlı! Eserleri kim olduklarını anlatıyor.” demişti.
Onlar, Osmanlı olmakla gurur duyuyorlar. Aslen Suriyeli olan Tantavi’de de Osmanlı’ya aidiyetin izzeti var. Şu hatıra bu duygunun O’nda ne kadar yoğun olduğunu resmetmektedir: “Geceleri uykumu giderip daha fazla çalışmak için ağabeyimin evinin bahçesinde ki havuzda duş alırdım. Şiddetli fırtınanın olduğu bir kış gecesinde duş almak için bahçedeki havuza doğru ilerlerken soğuktan titremeye başladım. Sıtmanın etkisiyle bir adım atamaz hale geldim. Tam bu esnada Osmanlı tebaası olduğum aklıma geldi, kendimi toparlayıp yüksek sesle “Ene Usmaniyyun” (Ben Osmanlı’yım) diye haykırdım. Vücuduma güç geldi, yürüdüm, duş aldım ve sapasağlam eve döndüm.”
Tantavi’nin Osmanlı muhabbeti duygusal değil ilmi bir zemine oturmaktadır. Zira Hoca bizdeki tarih profesörlerine taş çıkartacak derecede Osmanlı Tarihi uzmanıdır. Kılcal damarlarına varıncaya kadar tarihe vukufiyeti vardır. Osmanlı Hanedanının bütün fertlerini; sultanları, eşlerini, evlatlarını isim ve künyeleri ile bilir.
Tantavi ile birlikte Fakih Mescidi’nden evine doğru yürürken yol boyu Osmalı Devleti’nden bahsetti. Abdulhamid’in yaptığı hizmetleri ve hasımlarının desiselerini anlattı. Bir ara Enver Paşa’dan, eşinden, Çandarlı Halil’den, Zenbilli Ali Cemali Efendi’nin ifta yönteminden söz etti. Kızılbaş kelimesini tahlil etti. Kızıl kelimesinin sonundaki “lam” harfi atıldığında Arapça “bint” kelimesinin karşılığı “kız” olduğunu fakat kelimenin “lam” ile “kızıl” şeklinde telaffuz edilmesi gerektiğini bu durumda anlamın Arapça “ahmer” yani kırmızı anlamına geldiğini söyledi. Benzer şekilde daha başka kelimelerin de tahlillerini yaptı.
Tantavi aynı zamanda bir Osmanlı müdafidir. Arap milliyetçisi olması ile dikkat çeken Satı el-Huseri’nin kaleme aldığı “el-Arab ve’d-Devletu’l-Usmaniyye” adlı esere karşı yazdığı reddiye, kitabın tarihi gerçeklerle bağdaşmadığını ispat etmiş ve reddiyenin etkisiyle eserin Suudi Arabistan okullarında ders kitabı olarak okutulması kararından vazgeçilmiştir.

Sonuç Niyetine


Onu tanıyanlara “Said Tantavi kimdir ve nasıl yaşar?” diye sorulsa zannediyorum şu hususlarda herkes ittifak eder: Okumak, yaşamak ve yazmak temelleri üzerine ibtina eden müstakim bir duruş… Üç yaşında kaybedilen anne ile başlayan ve hala devam eden ıstıraplar… Bir kilim, birkaç minder ve yataktan oluşan ev gereçleri arasındaki mütevazı hayat…
Bütün bunlar dünya sevgisi ile ilim bir arada yaşamaz diyen ve bu deyişi “Allah hiçbir adamın içine iki kalp koymamıştır.” 12 ayeti ile tevsik eden büyük ruhlu ulemayı hatırlatıyor.
Sevgi cihetiyle dünyevi rabıtalarını iptal eden Tantavi’den günümüz Müslümanlarının öğreneceği çok şey var. Şöhret olmak için okuyan, yazan, boyundan büyük işlere tevessül eden, sünnet namaz kılmayı zaid gören, geçmişinde Osmanlı Devleti’nin olmasından rahatsızlık duyan, kaleme aldığı birkaç kitapçığı kütüphane çapında büyük gösteren, kendinden başka adam tanımayan ve onun olmadığı yerde hiçbir şeyin düzgün yürümeyeceğini düşünen günümüz akademisyeni ıslah-ı hal için Tantavi’yi mutlaka yakından tanımalıdır.

5. Tantavi ailesi biri kız olmak üzere beşkardeştir. Erkek kardeşlerin isimleri şu şekildedir: Ali, Naci, Muhammed, Abdulgani ve Said Tantavi’dir.
6. Mütalaa esnasında kendisini yoklayan uykuya direnebilmek için kısa aralıklarla ağabeyinin evinin bahçesindeki havuzda duş alır.
7. Tanışınca adınızı söylüyorsunuz, yıllar sonra karşılaştığınızda hiçbir şey söylemeden adınızı ve nereli olduğunuzu hatırlıyor.Misafirlerinin adlarını oturdukları yerle birlikte ezberliyor. Meclis süresi içerisinde konuklarından birisi yer değiştirirse isimleri tadat ederken “Yahya nerede, Yahya! Senin yerin şurası değil mi?” diye ikaz ediyor.
Bir ikindi sonrası Fakih Mescidi’nde karşılaştığımızda aslen Of’lu, ikameten de Samsun’lu olduğumu söylediğimde Samsun ve Tarabzon’da yetişen ürünleri tek tek saydı.
İki ay sonra Fakih Mescidi’nde tekrar karşılaştığımızda Hocaya hayatı ile alakalı bir yazı kaleme almayı düşündüğümü söyleyince “benim değil âlimlerin hayatını yaz” dedi. Siz de âlimsiniz dediğimde O yine “âlimlerin hayatını yaz” diyerek önceki cevabını tekrar etti. Peki ya siz âlim değilseniz alim kimdir dediğimde “iyiler gitti, en hayırlılar toprağın altında” manasına gelen bir şiir okudu. Bir hafta kadar sonra Hoca’yı tekrar ziyaret ettim. Uzun uzun Osman’lı Devleti’nden bahsetti. Nureddin Mahmud Zengi zamanında iki Hrısitiyan’ın Efendimiz’e karşı yürüttükleri komployu anlattı. Konuşma arasında kendisi ile alakalı yazıyı kaleme aldığımı söyledim; tebessüm etti
9. İbn Nüceym, el-Eşbah ve’n-Nezair, Beyrut, 1999, s. 380.
10. Abdülfettah Ebû Ğudde, el-Ulemau’l-Uzzab, Beyrut, 1999, s. 26.
11. Bedi’ Yakub, Divanu’l-İmami’ş-Şafii, Beyrut, 2004, s. 63.
12. Ahzab(33): 4.

İktibas, İhsan Şenocak Hocaefendinin sitesinden alınmıştır.

PAYLAŞ