Feraset Nedir?

AYET-İ KERİME
   Bakara / 7. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.

   En’am / 110. Yine O’na iman etmedikleri ilk durumdaki gibi onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız.

   A’raf / 179. Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.

  A’raf / 203. Onlara bir mucize getirmediğin zaman, (ötekiler gibi) onu da derleyip getirseydin ya! derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu (Kur’an), Rabbinizden gelen basîretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır); inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir.

  Al-i İmran / 13. (Bedir’de) karşı karşıya gelen şu iki gurubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir gurup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir gurup. Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır.

   En’am / 104. (Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.

   Câsiye / 20. Bu (Kur’an), insanlar için basiret nurları, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve rahmettir.

HADİS-İ ŞERİF
   * Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Mü’minin ferasetinden kaçının, çünkü o Allahu Teâla’nın nuruyla bakar” buyurup sonra şu ayeti okudular: “Elbette bunda fikr u firaseti olanlar için ibretler vardır” (Hicr, 75)

   Sözlüklerin; idrâk, fetânet, delîl ve şâhit kelimeleriyle karşılamaya çalıştıkları basîret, kâmus ve ta’rifât kitaplarında: “Kalp gözünün açıklığı, idrâk genişliği, daha başlangıçta iken neticeyi görüp-sezme ve yarınları bugünle beraber değerlendirebilme istidâdı” olarak ta’rif edilmiştir.

   Sezme, anlama ma’nâlarına gelen firâset, idrâkin, iz’ânlaşması ve basîretin daha da derinleşmesi demektir. Hakk nûrunun tecellîsine açık firâsetli gözler, gölgelere aldanmayan öyle ay yüzlülerdir ki, basîretlerinin nuruyla en karanlık zeminde dahi herşeyi apaçık görür, iltibasları aşar, benzerliklere takılıp kalmaz.

DİLENCİ KILIĞINA GİREN PADİŞAH
   Bir gün Sultan Dördüncü Murad’a gelip, subaşılardan (polis) birinin halktan rüşvet aldığını, bildirdiler.
   Padişah hemen bir müfettiş görevlendirdi ve şikâyeti araştırmasını emretti. Müfettiş tam bir ay adamı takip et­tiği halde suçüstü yakalayamadı. Gelip durumu Padi­şah’a arzetti:
— Padişahım, zannedersem halk yanılıyor, şikâyet edilen subaşının rüşvet aldığına dair bir işarete rastla­madım.
   Padişah kaşlarını çattı:
— Benim halkım yanılmaz, dedi, ama sende feraset yoktur.
— Feraset de ne ola ki Padişahım? Şöyle cevap verdi:
— Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
“Mü’minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah’ın nu­ruyla bakar.” Feraset üstün zekâ. üstün kabiliyettir, an­layıştır. Hadi git
Müfettişi gönderdikten sonra rüşvet aldığı iddia edilen sabasını huzuruna çağırttı. Ona bir kese uzattı.
— Bunu al, sabah namazında Ayasofya Câmii’ne git, top kandilinin altında seni bekleyen fakire ver.
   Adam keseyi aldı, kuşağının arasına koydu ve izin isteyip Padişahın huzurundan ayrıldı.
Ve sabah namazında Ayasofya Camii’ne gitti… Padişah’ın söylediği yerde kendisini bekleyen dilenci kılıklı adama keseyi uzattı:
Adam keseyi aldı.
— Allah Padişahımıza ve devletimize zeval vermesin, diye dua ederek koynuna attı.Subaşı gittikten sonra keseyi koynundan çıkarıp saydı. Yalnızca beş altın vardı.
   Ertesi gün öğle üzeri halk rüşvetçi subaşının padişah tarafından yakalanıp cezalandırıldığı haberiyle bayram ediyordu. Bir belâdan kurtulmuşlardı.
   Müfettiş işi merak etti. Kendisi bir ay peşinde dolaştığı halde adamı yakalayamamıştı da, padişah bir gece içinde bunu nasıl başarmıştı? Huzuruna çıkıp sorunca Padişah:
— Feraset dediğim budur işte. dedi. Adama verdiğim kesede elli altın vardı. Ama camide bekleyen fakire sadece beş altın verdi. Demek kırk beş altım kendi cebine attı. Böylece haram yediği anlaşıldı.
— Padişahım, kesede beş altın olduğunu nereden bildiniz?
   Dördüncü Murad güldü:
— Camideki dilenci bendim. Bir suçluyu yakalamak için yapmayacağım yoktur. Çünkü ben Allah’tan korkarım.
   Müfettiş, Padişahın ellerini minnetle öptükten sonra:
— Ferasetin ne demek olduğunu anladım, diye mırıldandı.

GÜÇ BİR DÂVA NASIL ÇÖZÜMLENDİ
   Süleyman Peygamber en müşkül dâvaları kolayca halleder, güçlük çekmeden çözerdi.Bir gün kendisine iki kadın geldi. Yanlarında henüz konuşamayacak kadar küçük bir de çocuk vardı. Biri derdini şöyle anlattı:
— Ey Allah’ın aziz Peygamberi; ben kırda çalışırken oğlumu beşiğine yatırmış, uyutmuştum. Az sonra şu ka­dın geldi. Çocuk benimdir diye bağırmaya başladı. Halbuki onun çocuğunu çalılıklar arasından gelen bir kurt kapıp götürmüş. Şimdi benim çocuğuma sahip çıkıyor.
   Süleyman Aleyhisselâm kadını dinledikten sonra ötekine söz verdi. O da şöyle dedi:
— Ey Allah’ın Resulü, bu kadın yalan söylüyorl Asıl kurdun kaptığı onun çocuğudur. Kalan ise benim yavrumdur. Şimdi o benim yavruma sahip çıkıyor.
   Süleyman Aleyhisselâm her iki kadını da dinlemiş, ikisinin de çocuğa sahip çıktığını anlamıştı. Ne yapacağını düşünüyordu.
   O sırada kadınlardan biri çocuğun bir elinden, öteki de diğer elinden tutmuş bekleşiyorlardı.
   Karar vermek gerçekten güçtü. Fakat o bir peygamberdi. En doğrusunu yapacaktı.
Nihayet kararını verdi:
— Bana büyük ve keskin bir kılıç getirin. Adamları istediğini hemen getirdiler. Kılıcı aldı, çocuğa doğrulttu:
— Mademki çocuğu bölüşemiyorsunuz, ortadan ikiye ayırayım, yansını biriniz, yarısını da diğeriniz alın. Böylece dava halledilmiş olsun?
Kadının biri hemen razı oldu:
— Pekiyi, öyle olmasını isterim. Öteki kadın ise feryadı
bastı:
— Ey Allah’ın Resulü, buna can mı dayanır! Ben istemiyorum. Çocuk tek onun olsun. Yeter ki ona dokunulmasın.
Süleyman Aleyhisselâm son sözünü söyledi:
— Anne bulunmuş, çocuğun kime ait olduğunu bilinmiştir. Alın götürün kıskanç kadını.
Ve çocuğu ona dokunulmasın diyen kadına verdi.
   Çünkü hiç bir anne çocuğunun ikiye bölünmesine razı olamazdı. Zaten Süleyman Peygamber de böyle bir şey yapmazdı. Ama kadınları sınamak istemişti.

İSABET
Ahmet Vefik Paşa’ya:
   – Yaptığınız her işte başarılı, verdiğiniz her kararda isabetli oluyorsunuz. Bunun sebebi nedir? diye sorarlar.
Paşa cevap verir:
   – Benim işlerimin isabetli olmasının sebebi şudur: Bir işi yapmadan önce İstanbul’daki Rus sefirine danışırım. O ne derse, ben onun tersini yaparım.
   Ne garip bir mantıktır ki, bugün her çareyi ele aleme soruyoruz. İçirdikleri her reçete iflahımızı kesiyor. İyiliğimizi istemeyeceklerini biliyoruz. Ama yine de “Ne buyurursunuz?” diyor, yaranmaya çalışıyor, bel kırıp boyun büküyoruz.
   Bazıları da borazanı onlar adına üflüyor. Her gün “Şok haberlerle karşımıza çıkıyor. Halk, bu, yalanı akşamı bulmayan bezirganlara inanmaya devam ediyor. “Dediklerinin tam tersi doğrudur, ben sözü söyleyene bakarım” diyemiyor.

   Ders alamıyoruz.

PAYLAŞ